20 Nisan 2011 Çarşamba

DÖK

"O kadar McDonalds yersen yorgun olursun tabii!" demiş Adsız yorumcu. Bilmez ki böyle bir cümle bile benim zihnimde "Pis şişkooo!" cümlelerinin neonlarla yanıp sönmesine yeter de artar bile. Oysa günaşırı pilates yapıyorum ben! Şişko değilim. Çok güzelim.

McDonalds yemeyeyim, sağlık bir şeyler yiyeyim derken, 3 köfte pişirdim, dünden bulgur pilavı vardı, bir de salata patlattım mı... Daha dün bizim Migros'tan satın aldığım yepyeni marulların içinde mini mini böcekler gezinmesi kadar irrite edici başka ne var bilmiyorum. (Sanırım bi' de küf?!) Ben bir göbek marulu çöpe atacakken tam, ev arkadaşım, "Demek ki ilaçsızmış marul? Boşver yıka, geçer." dedi. Ben de marulun üzerine Domestos spreyden biraz sıktım ve 5dk beklettim. Tekrar baktığımda böceklerin kökü kurumuştu.



Şaka şaka. Şu son Domestoslu cümleyi sırf ev arkadaşım okusun da irkilsin diye yazdım. Tabii ki Domestos'la filan temizlemedim marulları. (Ama aklımdan geçirmedim değil?) Eski kadınlar ne yapıyorlardı acaba? Çamaşır suyunda bekletmediklerine göre, herhalde sirke muhabbeti bu tür tuhaf marul haşereler için. Bilemiyorum. Marulun hayli sinsi bir sebze olduğunu düşünüyorum. Dışarıdan taze, ıslak ve yeşil görünüyor; ancak bir "eve geldim 1000 tane!" durumu bunda da mevcut ne yazık ki... Bir marul alıyorsun, tam salata yapacakken içinde davetsiz gezinen mini böceklerle karşı karşıyasın. Ki böceklerin de gezindiği yok aslında, öylece duruyorlar.

İşin kötü yanı, dün bir kısmını yedimiz marulda, böceklerin boyutu 1mm ise, bugün bildiğin 3mm idi! Ve rengi de biraz açık kahverengiden yeşile dönmüştü. Durduğu yerde ne ile beslendiğini anlayamadım. Marulun üzerinde yaşayıp marulla besleniyorsa çok acıklı.

Neyse... Aklıma geldi, bugün öylesine durmuş sigara içerken, ben Kaybedenler Kulübü'nden bahsetmedim burada. Ay tabii ki, bilmem kim şöyle oynamış, bilmem kim nasıl döktürmüş! diyerek sinema eleştirmenliğine soyunacak değilim. Zaten sığ sinema kültürüm buna izin vermez. İkincisi, çevremde 3bin tane sinemacı, filmci olunca sinema kritikleri hakkında daha da sığ ve zevzekçe fikirlerim var diyebilirim. En sevdiğim film, hâlâ En İyi Arkadaşım Evleniyor. En sevdiğim ikinci film ise hâlâ Şeytanın Avukatı.

Neyse, bi' kere Kaybedenler Kulübü'nü izledikten sonra Nejat İşler'in prensip olarak pek banyo yapmadığına ikna oldum diyebilirim. Ama yine seviyoruz yine seviyoruz. Filmi izledikten sonra, E.'ye, "Serra Yılmaz çok iyi değil miydi ya?" dedim. "E herkes de ona bi' çok iyi oynuyor der, ama kadın hep aynı be!" dedi. Böylece 40 yılda bir ciddi insanlar için döktürdüğüm "Çok iyi oyuncu yaa!" tezi de dakikasında çürümüş oldu. Dolayısıyla en sevdiğim oıyuncu da hâlâ Beren Saat. (Ciddiyim bu konuda!)

Diyeceğim o ki, Kaybedenler Kulübü'nü ÇOK SEVDİM BE! Hani nasıl derler, izlerken içimi bir mutluluk kapladı. İçimde bir gençlik ateşi parladı. Tamam genciz zaten şudur budur da... Çok güzel şeyler yapabiliriz hissi uyandı içimde. Kendimi bir kulübe ait hissettim. Üstelik o kulübün kaybedenlerden oluştuğunu filan da düşünmedim. Ciddi anlamda, güzel insanların kulübü gibi geldi o bana. Bilemiyorum.

Pargalı başlasa da izlesem.

4 yorum:

mz dedi ki...

Domestoslu marulu okuyunca ben de irkildim. Hem maruldaki bocekler iyidir, protein iste. Ben yine de protein fazlasi olmasin diye sirkede bekletiyorum. :)

deryik dedi ki...

haha domestos olsa kokardııı, hemen de anlaşılırdıııı... di mi?

mermaid dedi ki...

ben de irkildim:))) sirkede beklet kendiliğinden ortamı terk ediyorlar.

Adsız dedi ki...

şimdi starbucks kızı, domestosun yeni yüzü jela, mc.d eleştirisi tamamen sağlıksız yiyecek ve amerikanvari kendine zarar verme girişimlerine karşı söylenmiş bir şeydir. sağlıksız yiyecek tüketen kendini kötü hisseder vs. yoksa ben senin neon ışıklı şişko yazılarını yakıp söndürür müyüm hiç?! ne haddime!
organik sebze yıkama solüsyonu var onu kullan, it rocks! onur e