26 Nisan 2012 Perşembe

BU ARALAR...



Bu adamın sesi bana ÇOK iyi geliyor. Bu adamın ses tonu, kalbimi gıdıklıyor.

Bir de küçük bir kutu Kocatepe Damla Sakızlı Türk kahvesi aldım, akşamları Türk kahvesi keyfimi yeniledim. 1 çay kaşığı normal Türk kahvesi, 1 çay kaşığı damla sakızlı. Yanında bir şişe TürkKızılayı maden suyu. Oooh!..


BAZI DİZİLERİ NEDEN SEVMİYORUM

Migros'tan, plastik bir kutu içerisinde satılan, "şeker domates" isimli bir şey aldım. Kiraz domates boyutlarında ama yusyuvarlak değil, oval bir domates. Bulursanız alın. Salataya koymazsanız da ikiye böler, biraz tuz serper yersiniz. Ben bugüne kadar domates yememişim. Yazık bana. Cidden yazık. Hormonlu mu bilmiyorum. Ama hormon varsa da aynı hormondan çileklere de ekleseler bombastik olur. Yaz boyunca kurutulmuş domatese son!..

Bu gibi ev hanımı "concern"lerimi bir kenara bırakacak olursak, ne diyeceğim.. Sevmediğim, içimi sıkan dizilerin beni niçin sıktığını yakın zamanda kendi kendime keşfetmiş bulundum.

1- Sonradan kazanılmış zenginliğin kaybedilmesiyle ilgili sıkıntılarım var. Örneğin: Öyle Bir Geçer Zaman Ki'deki Cemile'nin yüklü miktarda zenginliğe kavuştuktan sonra tam bir salak gibi affedersiniz o deli kadının kocasına kaptırmasına uyuz oluyorum! Bu durum, bu durumun ihtimali öyle içimi sıktı ki, diziyi bıraktım. Şu an Cemile eski fukaralığında kavruluyor olabilir, umrumda değil. İzlemiyorum. Hele bir de, "Benim malda mülkte gözüm yok! Yeter ki huzurum olsun." deyip de mütemadiyen saçmalamalarına hiç katlanamıyorum. O huzuru eski püskü, camı bile olmayan evinde bulabileceğini zannediyorsan yanılıyorsun Cemile!


2- Hak edilmeyen zenginlikle ilgili sıkıntılarım var. Örneğin: çevremde birçok insan Entourage isimli diziyi pek beğeniyor; fakat ben bir türlü bu diziye ısınamıyordum. Derken sebebini çözdüm. O heriflerin paspal kılıklarıyla lüks malikanelerine girip çıkmasına, iğrenç spor ayakkabılarıyla pahalı koltuklara oturmalarına filan tahammül edemiyorum. Ayıptır söylemesi, Bizimkiler'de Kapıcı Cafer de apartmanda gizlice Doktor Türkan Hanım'ın "çikolatalı kahveleri"ni içerken çok sinirlenirdim. NE İŞİN VAR SENİN ORADA YANİ?!

Keza bu Entourage izlerken hissettiğim duyguları eskiden MTV Cribs programını izlerken de sıkça yaşardım. Birtakım salkım saçak zenci repçilerin o mermer sütunlu devasa malikanelerde dolaşmasına, spor ayakkabılarıyla yatakların üzerinde zıplamasına TAHAMMÜL EDEMİYORUM. Anladınız mı?

Tiplere bakın:


Oysa bir Gossip Girl öyle mi? Zengin kızlar ve oğlanlar hep zengin... Davranışlarıyla o yaşam biçimini hak ediyorlar adeta!.. Canlarım benim.

24 Nisan 2012 Salı

BAK!


Güzel kıııız! Güzel kıııız!
Sonunda tuvalet masama el attım. Oraları fazlalıklardan arındırdıktan sonra sevdiğim yüzüklerimi senin hediye ettiğin aynalı kutuya yerleştirdim. Önüne de senin gönderdiğin kartpostalı koydum. Bak!..

Bazen suratsızlığımla seni sinir ediyordum belki, biliyorum.
Ama sen de beni bu hâlimle sevmiyor musun zaten?

Hmm hmm?

19 Nisan 2012 Perşembe

OH NO!

Yorgunum,... Moviemax Premier'de, Reese Witherspoon'un sakil dolgu topuk ayakkabılarıyla New York sokaklarını arşınladığı bir film izliyorum. Ama götümle izliyorum, dolayısıyla bu, buraya yazmama engel değil.

Hafta sonu çalıştım. Hafta sonu full, (tıkanan tuvaletimi amcalar açar açmaz evden çıkmak suretiyle) ofiste geçirdim. Bu arada dünyaları yedim... Kimseleri de memnun edemedim üstelik. İşin tuhaf yanı. Kimseleri memnun etmemiş olmak beni üzmüyor. Öncelikle ben tatmin olmadım zaten... İş çok güzel olsaydı ve iş ortaklarım bunu umursamasalardı, bu kadar canım sıkılır mıydı, bilmiyorum.

Dolayısıyla tabii ki bu hafta geçmek bilmedi. Zira ben bir haftayı 14 gün yaşadım. Yaşayacağım. Bu hafta sonum da kilit. Sanırım.

Sürekli de, ay çok işim var çok çalışıyorum. ay dünyanın işini yapıyorum diye söylenenlere sinir olurum. Burada dikkat çekmek istediğim nokta, tüm samimiyetimle söylüyorum, çok çalışmaktan ah nasıl da yorulduğum değil. Sadece içinde bulunduğum tatminkârsızlık. Cenabet miyim, neyim... Bir türlü işler istediğim gibi gitmiyor. Çorap söküğü gibi gelmiyor. Anlamıyorum. Bir arkadaşımın dediği gibi, çoğu zaman koltuğuma birileri raptiye koyacakmış gibi hissediyorum.

* * * 

Yine de ne mutlu ki, pazar akşamı evine gidip şarap içerken, FOX TV'de Süper Magazin izleyebileceğimiz dostlarımız var. 

Süper Magazin'i izliyor musunuz bilmiyorum. Ama kesinlikle gelmiş geçmiş en şahane magazin programı olduğunu söyleyebilirim. Bence herkes izlemeli. 

Yaşım 26 ve benim birçok şeye tahammülüm kalmadı.

18 Nisan 2012 Çarşamba

MAGNIFICA PRESENZA





Filminden memnun çıkacağından emin olduğun tek adam söyle, deseler, Ferzan Özpetek derim. Ancak, "Magnifica Presenza" gibi müthiş anlamlar içeren bir söz öbeğinin, "Şahane Misafir" gibi -bence konuyla da pek alakası olmayan bir isme çevrilmesine izin verdiği için içten içe sitemlerimi iletirim. (Ferzan, üzüntüden viskisini yudumluyor şu anda.) - Ki filmin içinde de -bence Magnifica Presenza'yı "muhteşem mevcutiyet" diye gayet güzel çevirmişler. Ne güzel! İyi ki varsın gibi, ama çok daha derin...

Şekerim, bu adamın gözü öyle güzel bir göz ki, bize gösterdiklerinin de güzel olması kaçınılmaz tabii. Sana ne gösterse, ona sahip olmak istiyorsun. O tuvalet aynasına, o duvar kâğıtlarına, Harem Suare'deki sigara ağızlığına, Saturno Contro'daki balıklı cam küreye, o taş sokaklara, Un Giorno Perfetto'daki çiçekçi dükkânına... Onun gösterdiği her yerde olmak istiyorsun, bazen de kırmızı arabasından indiğinde hangi ayakkabısını giyeceğini bilemeyen kız olmak.

Yani... Bence beklemeyin. Gidin. Sanki biraz kız filmi. Bazı şeyler havada kaldı belki.. Ama güzel işte. Adam sana 2 saatlik bir rüya gösteriyor. Sabah uyandığında mutlu olduğun bir rüya... Daha ne olsun?

16 Nisan 2012 Pazartesi

AH MÜJGAN AH

1 ay önce Ankara'da babamla şu filmi izlerken, "Buralar sanki benim evin oralar.." diye düşündüm de.. Unuttum sonra. (Müjgan'ı unutmak?) Derken bugün, eve doğru yürürken, bir anda karşıma çıktı. KARE PALAS Apt.



Etraf ne kadar boş.. Ne kadar bozkır..

Dayanamadım, fotoğrafını çektim karşımdaki manzaranın. Yakut Kuru Temizleme şimdi bir elektrikçi olmuş. Bakkal da el değiştirmiş, şarküteri olmuş. Ah Müjgan Ah, bizim oralarda çekilmiş.


Çok heyecanlandım.

15 Nisan 2012 Pazar

PAZAR ŞEYSİ

Tabii ki tuvalet işini hâlletim... Dün, birbirinden kibar emmiler gelip klozetime ilgi gösterdiler. Bi' ara, "Abla bunun vidaları çok eski, çürümüş, olmuyor bu,.." der gibi oldular, "YEMİN EDERİM KAPIYI ÜSTÜNÜZE KİTLER, KAÇAR GİDERİM BU EVDEN!" dedim. "Aman abla... eheh" dediler. Çalışmaya devam ettiler.

Bu arada 2 gündür şirkete geliyorum. Yarın pazartesi, yarın da geleceğim. Sinirli değilim. Sadece... Bilmiyorum. O kadar boş beleş şeyler için geliyorum ki, sanki sinirlensem, durumu abartıyormuş gibi görüneceğim.

Bu arada tuvaletin sifonu su akıtıyor klozetin içine içine. Sanırım dün emmiler klozeti hareket ettirirken su haznesinin içinde bir şeyler kırıldı. Resmen klozete yatırım yapıyormuşuz, öyle dedi birileri. Hakikaten de öyle. Çıkarken öylece bıraktım gitti. Düşünmek istemiyorum. Şu an tek bildiğim, kendime verdiğim söz: bundan 1 sene sonra sıfır bir apartmanın sıfır bir dairesinde oturuyor olacağım. Ya da, düzgün bir apartmanın sıfıra yakın dairesinde.

13 Nisan 2012 Cuma

TUVALET TIKANMASI

Rahat gözü gördüğüm yok sevgili okuyucum. Bilirim ki sen beni elegansın biricik neferi, lüks ve şaşaanın eşsiz takipçisi olarak belledin. Ama benim de siz ölümlüler gibi saçma sapan sorunlarım oluyor. Şu biçare yaşadığım İstanbul günlerimde Nisan ayının uğursuzluğunu üzerime bir vazife gibi giymiş bulunmaktayım.

Previously on Jelatin, geçen Nisan ayında evimi, yatağımı nasıl dev bir hamamböceğinin bastığını anlatmıştım. 

Yine bir Nisan akşamı... Yine tatlı uykuma dalmadan evvel tuvalet, lens & makyaj çıkartma, yüz yıkama, diş fırçalama ritüelindeyim. Sifonu çektim, su, normalden biraz yukarı çıktı.

TUVALETİM TIKANDI A DOSTLAR!

Geçer sandım, 1 kez 2 kez daha çektim sifonu. Su normalin üstüne yükseliyor. Ağlamak üzereyim. Hamamböceklerini hasretle bekler hâldeyim. -şaka şaka :(

Ne oldu ne bitti... Bilmiyorum. Biz, ev ahalisi olarak, tuvalet kâğıtlarını tuvalete atıyoruz. Ama 4-5 parça tuvalet kağıdının tuvaleti tıkadığı nerede görülmüş? Taksim'de bir bar mı burası? Tuvaleti kullandığımız sayı belli.

Babamı aradım gözlerim yaşlı... aman ha, sakın bekletmeyin, hatta kullanmayın, derhal bir tesisatçı çağırın dedi. Şimdi gece vakti, 3 paket "lavabo aç" + kaynar su kürü uyguladım. Daha da beter oldu. Bu arada, her sifon çekildiğinde küvetten tuhaf sesler geliyor, oradan su çıkacakmış hissiyatı yaratılıyor.

Ağladım, ağlayacağım.

İleride çok zengin olup şık bir rezidansın şık döşenmiş bir dairesinde dostlarımla şarabımı yudumlarken, anlatır gülerim diyorum... Kendimi bir türlü telkin edemiyorum.

Çok zor.


10 Nisan 2012 Salı

SAÇMALADIM

Hatırlıyorum, üniversite son sınıftayım, ÖSS gerginliği.. Dershanede ders çalışmak için okula gitmedim, dershaneye gittim. İçim sıkıldı, Kızılay'da, Kolej'in orada mini mini bir sinema salonuna attım kendimi. İzledim: Duvara Karşı. Çıktığımda içki içmek istedim. 18 yaşındaydım. Belki de 17... İçkiyle pek alakam yoktu. Ama o an ihtiyacım olan şey, bana nasıl bir etki edeceğini bilemediğim bir tür sıvıydı işte...

Kaç yıl olmuş izleyeli, üstüne kaç film izlemişim, hâlâ en sevdiğim film sahnelerinde top 3'e oynar bu.


Ben hâlâ, Birol Ünel'in 1.57'deki gülüşüne biterim.. 18. yaşımdan beri, öyle bir bakışa nail olmanın nasıl bir şey olduğunu düşünürüm. Ama zaten: film o, film!..

Kendisiyle olan teşrikimesaim de bu tür bir şeye benziyor zaten. Ne zaman ki o, biz 16 yaşındayken hayatımıza "Seymen Ağa" figürünü soktu, biz belimizi doğrultamadık. Meral Okay, biz 16 yaşındayken, hayatımıza asla girmeyecek hayali bir erkek figürünü elleriyle hayatımıza soktu. Orada bir Seymen Ağa var, ama yok aslında... Neyse.

Aslında yıllar geçtikçe, düşünüyorum da, Bahar gibi bir karakterle Seymen'in bir arada olması, pek de mümkün değildi. Hani adam Anadolu'nun bağrından kopup New York'ta okuyacak da, ultra modern ressam İstanbullu Bahar'la evlenecek. Bahar da hayatının aşkı olarak benimseyecek Seymen'i. Dostum, Bahar, bildiğin, New York'ta yaşayan, emekli hakim babasının gönderdiği 3-5 kuruş harçlıkla ikinci el dükkanlardan kot pantolon satın alan, tek başına ayakta kalmaktan yorulmuş bir kızcağızdı işte. Ne diyecekti Seymen'e? Tabii ki peşinden koşa koşa Kapadokya'ya gelecekti. Aksi takdirde nedir? Seymen, annesinin köy eşrafından bulduğu, eline erkek eli değmemiş, minimum eğitim seviyesiyle yufka açmakta birinci gelmiş bir ev kızıyla evlenecekti. Bahar bakire miydi, Seymen'le evlenmeden evvel birlikte olmuşlar mıydı, Baharcığım sergi açılışlarında 3-5 kadeh şarap yuvarladıktan sonra eve yalnız mı dönüyordu?.. Bu detayları bilmiyoruz. Seymen Ağa'nın, Bahar'ı "sonrası"yla kabullendiğini varsayıyoruz. Kabullenmek neyse... Yani, Bahar'ın, kocasının gayrimeşru çocuğunu sineye çektiği gibi. Al gülüm... Ver gülüm...

Yine de... Elini attığı her şey güzeldi. O sofra kurduran şarkısı da, her pazartesi bizleri ekrana kilitleyen senaryosu da, İkinci Bahar'da etleri manyakça kemiğinden ayıran Kasap Melahat'ı da...

Sezen Aksu'yu hiç sevmem. Ama O, "Alırım başımı giderim efeler gibi hey!.." şarkısı, "Eyvallahsız"lıkta bir Ajda Pekkan gücündedir. Zaten o da Meral Okay'a aittir.

3 Nisan 2012 Salı

BENJAMIN BIOLAY VAKASI

Bazı akşamlar Moviemax Festival'de herhangi bir festival filmine kapılıp, kendimi böyle sanat filmleri olmadan yaşayamazmış gibi hissetmeyi seviyorum. Yani aslında şöyle.. Birçok insan gibi filmler konusunda oldukça sığ bir insanımdır. En sevdiğim film En İyi Arkadaşım Evleniyor, en sevdiğim ikinci film ise Şeytanın Avukatı'dır. (Hatta Şeytanın Avukatı, Bu Nasıl Sarışın?'la kapışır.) Dolayısıyla hiçbir zaman festival festival koşturup film izleyen bir insan olmadım. Zaten evde Moviemax Festival var ve hepsini bize getiriyor. Ne işim var kıllı, kel, gözlüklü, pançolu, Dr Martens botlu bir dolu insanla İstiklal'in sinema salonlarında... Tamam mı?

Pazar günü saçma bir gündü. İki gece üst üste dışarı çıkmış olmanın yarattığı mallığı üzerimden atamamıştım, yakında bi AVM'ye gidip üstüme başıma bir şeyler almaya gidip dönmüştüm. vs... Neyse Moviemax Festival'de film başladı, "Bachelor Days Are Over" 

Aslında ben filmi 2 gün öncesinden Digiturk Dergi'de görmüş, kafaya yazmıştım. Ama sırf festival filmi izleyen kıllı insanlara dahil olmamak için kendime bile itiraf etmemiştim bu filmi merak ettiğimi. Neyse filmi izledik filan. Fransızca zaten anadilimiz gibi bildiğimiz, şakır şukur konuştuğumuz, zaman zaman rüyalarımızı bile gördüğümüz bir dil.

Film dünyanın en muhteşem filmi değildi belki, geldi geçti işte... Hoştu. Ama şöyle bir şey var ki, hayatımıza Benjamin Biolay adlı karakteri kattı. Aha da şu:


Adamın yakışıklı olup olmadığı konusunda gerçekleştireceğim iç yazışmalar ve toplantılar gün içinde devam edecek... Benicio Del Toro ve Nick Cave kırması gibi... Ayrıca bu tür ayrıntıların yanında, o kalkık burun, bizim baba tarafındaki birtakım erkek akrabaların karakteristik özelliği. Dolayısıyla bir erkeği, babamın akrabalarını andırırken, yakışıklı ve/veya seksi bulmam mümkün değil.

Benjamin Biolay'ı buraya koyup güzel mi çirkin mi, sen olsan onunla sevgili olmak ister miydin, oynamayacağız tabii ki. Adamın oyunculuk dışında bir yeteneği daha var. Pek de güzel şarkı söylüyor. Mesela!

Aha da bu, şarkısı. Enrico Macias'ın Reste-moi Fidele'ini coverlamış. Bence pek şahane olmuş.
Adamın diğer şarkıları da pek şahane, tavsiye ederiz. Jelatin Anonim Ortaklığı olarak.