24 Haziran 2014 Salı

HELÖ.

İşimin havalı da bir yanı var ha.. Perşembe buluşalım diyorlar, ben o tarihte Çeşme’deyim diyorum. Aa! Tatil mi? Yok iş için. “Öyle işe can kurban.” diyorlar, gülümsüyorum. Peki öbür hafta buluşalım? Perşembe? Ben o Perşembe Bodrum’a gidiyorum canım. Çüş. O ne biçim iş öyle? Sırıtıyorum.

Alaçatı sezonunu Mayıs Nisan başı açtım. 4 günüm daha bi devir teslim işleriyle geçti. Merabalar merabalar. Sonrasında Bodrum’a yalnız gittim. İşler bitince 3 gün üst üste gittiğim Marina’da 3. Gün, barmen kız, “Ooo? Geciktiniz?” dedi. Biraz kitap okudum, biraz Candy Crush.

Haziran oldu, bana yine Alaçatı yolları gözüktü. Nasılsa Perşembe sabahtan gidiyorum, bari hafta sonunu da birleştireyim. İşler bitti, ben kendimi tek başıma elimde OT dergisiyle bir balıkçıda buldum. Sağ olsun mekan sahibi yalnız bırakmadı. Azıcık sohbet, biraz rakı. Otelin avlusunda cila birası. Cep telefonundan birkaç şarkı, İstiklal Marşı ve kapanış.

Bir de bakmışım ki ertesi gece hava kararmadan Alaçatı Meydan’da bir mekanda içkimi yudumluyorum. Gündüzleri adamlar bana Merve Hanım diyorlar. Merve Hanım’lar gün boyu kulağımda. Beach'lerde acar civelek kızlar bana Merve Hanım diyorlar. Kumlarını saçarak bana limonata ikram ediyorlar. Hepsi neşeli, hepsi güler yüzlü. Akşamları yalnız kalıyorum. Esnafın nabzını tutuyorum. Whatsapp’ten Hande ve Barış’a laf yetiştiriyorum. Mekana giren yakışıklı çocukların ‘90’lı olduğunu gerçekten uzun boylu olmalarından anlıyorum.

İstanbul’da her şey başka işliyor. Hem daha hızlı, hem daha yavaş. Kafam dağınık. Kafam hep dağınıktı, şimdi daha da dağınık. Yaz mı geldi diye? Ya da PMS’ten bu, diyeceğim. İkisi de değil. Yaz uzun zamandır ilk kez iyi geliyor. PMS’im de geçti gitti. Ama hala yüreğim bir sıkışma evresinde. Evlilik sezonuna girdik. Facebook’ta her an birilerinin nişanını, düğününü, kınasını takip ediyorum. Ya da yaşça daha büyük tanıdıklarımın çocuklarının yıl sonu müsamerelerini. Facebook’um her şekilde ya kabarık gelinliklerle ya da kabarık balerin kız çocuğu fotoğraflarıyla dolu. Alaçatı da gelin doluydu. Begonvillerin altında, mavi kapıların önünde naylon gelinlikleri ve 8 kilo sprey sıkılmış topuzlarıyla poz vermekteydiler. Baktıkça sıcağın altında beni evlendiriyorlarmış gibi bunaldım. Ben de düğünümü Alaçatı’da yapıcam dedim kaldığım muhteşem otelin sahibine. Ama asla sokaklarda öyle çirkin çirkin çekimler yapmayacağım. Tamam dedi adam, yaparız.

“Canım senin yaşın gelmiş, zamanın geçmiş, baskı var üzerinde.” muhabbetine hiç girmeyin. Ay hiç orada, gelinde, damatta değilim. Siz bi evlenin de.. Daha radikal bir değişim aradığım. Ama bilemedim şimdi nedir aradığım. Belki de 23 yaşında altında insanlar çalıştıran Buse Terim röportajını okuduğum için geldi bunlar başıma. Kendimi sorguladım. Onu da düşündüm. Mekan sahibi 28'imde kurdum bu işi dedi, belki de ondan. Güzel ablam E. dedi, "E parası vardır, yer onlarındır, babası açmıştır." dedi. Yok dedim, adam aileden bir şey almadan açmış. Napayım adam öyle dedi. Üff. 

Bu yazıyı okuysa güzel ablam E. bana laf eder. Şimdi sana bi tokat atasım geldi der. Yazmayınca da niye yazmıyosun der.


Üffff.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

ahahahahaha kahkahalar senin icin minik prenses,
buse terim'i rol modeli belirleyen bir kesim geliyor peki buna napicaz?

T dedi ki...

3 ayda bir yazıyorsun. Kim takip eder ki seni? :))))

Adsız dedi ki...

muh-te-şem tespit!

"Mekana giren yakışıklı çocukların ‘90’lı olduğunu gerçekten uzun boylu olmalarından anlıyorum."

sahi nedir bu bizim yaş grubunun kısa boylu erkek zalimliği?

Adsız dedi ki...

buse terim kadar boş bakan biri var mıdır acaba? kendine hayrı yok teyzeler gibi giyinen stil danışmanı, hahahytt... mersinli sevgilim terk etti, sana gıcığım bu aralar o sebepten ayrıca!