17 Haziran 2011 Cuma

ŞAT

Zaman zaman, Google'dan korkuyorum, evet.

Küçükken izlediğiniz tuhaf yabancı filmleri hatırlar mısınız? Show'un, Star'ın gündüz kuşağında bile verdiği, tekrar tekrar izleyip de bıkmadığınız filmleri...

Neyse, ne zamandır film geliyor aklıma... Diyorum, bu filmi ben, Babaannem'in Yaylası'nda izlemiştim bir yaz, hatta sonra, evde bile izlemiştim. Bir çocuk vardı, otelde kalıyordu. Bir sürü fare vardı ortalıkta, niyeyse sevimliydi fareler, vs...

"Hotel kid mice movie", yazdım. Çıktı. The Witches imiş... Üstelik The Witches, bir Roald Dahl eserinin beyazperde uyarlamasıymış. Ne güzel. Fragmanı ŞURADA.

Bir tane daha: bir çocuk, hasta mıydı neydi... Belki de sadece saçı yoktu. Keldi işte. Bir formül keşfediyorlar, formül saçın deli gibi uzamasına neden oluyor. Çocuk kafasına sürüyor, bir bakıyor saç beline kadar gelmiş. Bir de Çinli arkadaşı var; bizimki Çinli'ye, "Sen nereye sürdün ki? Saçın zaten var?" diyor. Çinli de, "Anlarsın ya? ;)" tarzı bir ifade yapıyor. Acayipti. Google sağ olsun, "kid hair finds formula movie" dedim, ÇIKTI! Filmin adı The Peanut Butter Solution imiş.. Çocuk da hastalıktan değil, korkudan dökmüş saçları. Bunu küçükken izlediğimde dehşete düştüğümü hatırlıyorum. Şimdi fragmanı izleyince, film bildiğin komediymiş yahu?!

Sonra, bir çocuk vardı yine. Show'da izlemiştim bunu, eminim. Kelebekler vardı konuşan. Peri gibi kelebekler. Bir tanesi çok güzeldi. Çocuk bunu kötü kelebek koleksiyoncusundan korumaya çalışıyordu vs. Bulamadım.

Hayli saçma şeylerle doldurmuşum kafamı küçükken, onu anladım.
Ama bunları yaparken çok keyif alıyordum yahu?!
Ölmedim, iyiyim.

Zamanın ne çabuk geçtiğini, şu bilgisayarın sağ yanından çıkan "Bilgisayarını aç / kapa. Şimdi değil mi? O hâlde 4 saat sonra!" bildirisinin göz açıp kapayana kadar yeniden çıkmasından anlıyorum. Pazartesi Sendromu'nu genelde Pazar'dan yaşıyorum, bir de bakmışım ki öteki Pazar gelmiş.

6 Haziran 2011 Pazartesi

Tabii ki yaz geldi mi, benim uyanamama / mutsuz olma dönemim başlar. Kafamı toparlayamam, etrafa delici & sinirli bakışlar atarım, mutsuz olurum. Bu noktada az biraz babama, az biraz da dayıma çekmişim. Yaz ve nem, tatlı bir sahil şehrinde değilsem, bana göre değil.

Neyse. Hepinizin yazı ne kadar çok sevdiğini biliyorum ve susuyorum.

Bu sene de geçen sene olduğu gibi hiçbir şeyden geri kalmak istemediğimiz için Bebekli dostlarımızla kendimizi Bebek Şenliği'nde bulduk. Bir kalabalık, bir kalabalık. Metrekareye 3 çocuk arabası düşüyor, bize de anne babaların ortalığa saldığı çocukları ezmemek için kıyıdan kıyıdan yürümek düşüyor. Çocuklar ortadaaa, anne babalar ağır aksaaak, yemek kısmı desen dumanaltı... Falan filan. Nerede üniversitemin bir yayla ambiyansında geçen bahar şenliği, nerede Bebek'in minik parkına kurulmuş köhne ve sıradan stantlar... Ki Bebek Şenliği'nde stant kurmanın da bir adabı olmalı bence. Ortaköy'de rahatlıkla bulabileceğim türden bilekliklerin herrr rengini Bebek Şenliği'nde sınırsızca sergilemenin pek de mantıklı bir hareket olmadığı düşüncesindeyim.

Allahtan yakında Starbucks'ın klimalı salonu var da, kendimizi Amerikan Rüyası'nın serin ve "pusetsiz" atmosferine ışınladık.

Derken Akın Balık, Ankara'dan gelenler, benim bitmek tükenmeyen baş ağrım, içemediğim içkiler, Ankara'dan gelenler.

Anladık ki, 1 hafta önce bir Cuma akşamı ziyaret ettiğimiz Akın Balık, 1 hafta sonra bir Cumartesi akşamı çekilmez olabiliyor, garsonlar yetmeyebiliyor, insan o tahta masaları devirip kaçmak isteyebiliyor.

Ne mutlu ki missss gibi bir yuvam, missss gibi bir yatağım var.

Hayırlı Pazartesiler olsun...

2 Haziran 2011 Perşembe

Aneeeeeeeeeeem,
İçim sıkıldı.

Bazı yerleri gaz döküp yakabilirim.

Peki OTTTTUUUUUZZZZZZ yaşına gelmiş, gelmiş de geçmiş insanlara "üslup" kavramından nasıl bahsedebilirsiniz? Sahi..