8 Mart 2014 Cumartesi

LAVABO

Mutfak lavabosu tıkalı, günlerdir. Bunu kime söylesem, "Granül malzemeler var, gidere döküyorsun, üzerine kaynamış su boşaltıyorsun, alsana onlardan?" "Mr. Muscle'ın jel lavabo açıcısı var, onu denedin mi?" vs. diyor... HADİ YA?! Lavabom günlerdir, haftalardır tıkalı ve marketlerde böyle bir malzemenin satıldığı aklıma gelmedi gerçekten. Domestos diye bir temizlik malzemesi varmış. Sonrasında da belki Domestos denilen o ürünle tezgahı silerim, tuvaleti fırçalarım filan. NE DERSİN?

78 poşet granül lavabo aç dökmüş, 23 şişe jel lavabo aç dökmüş, kaynatmış, 1 gece bekletmiş filanımdır... İŞE YARAMIYOR! Bir akşam kebapçıda elit bir şekilde kebaplarımızı pastırmalı humusa banarken biz, Ayşe şöyle dedi: Sucuk yapıyor musun? Tavada doğan yağı sıcak suyun altında lavaboya akıtıp, bunun çok zekice bir buluş olduğunu düşünüyor musun?

Evet, düşünüyorum ve haftada en az 1 kez (maksimum 2 kez) de sucuk pişiyor bu evde. Neyse... Malumunuz o yağlar aşağıda bir yerde donup, boruları tıkıyormuş. İyi ama bunca lavabo açıcıya, kimyasala dayanır mıydı bunca zaman? Bilemedim. Babamı aradım, tesisatçı çağıracağımı söyledim. Muhtemelen hiçbir zaman kendi işini kendi halleden bir insan olamayacağımı ve hayatım boyunca dış mihraklara ihtiyaç duyacağımı bir kez daha düşünerek, "Nasıl yani? Kendin açamıyor musun lavabonun altını?" dedi.

Lavabonun altındaki dolabı boşaltarak altına bir adet kova yerleştirdikten sonra, lavabonun haznesini açtım. İğrenç pis su iğrenç kokular yayarak kovaya boşaldı. Ağlamadım. Hazne bayağı tıkanmış. Donmuş sucuk yağları da bana borunun ağzından el sallıyor. İçini tuvalete döktükten sonra yeniden yerleştirdim. Sonuç: daha iyi, su yavaş da olsa gidiyor. Ama kesin çözüm olmadı. Sorun daha derinde. Sorun bende değil, boruda.

Üzerine iki salata malzemesi yıkadım, iki tabağı sudan geçirdim, yine isyanlardayım. Lavaboyu çekiçle parçalayasım var, ama gürültüye komşular gelecek sinirimi onlardan çıkartacağım. (Bir bok da yapamam gerçi, kusura bakmayın der kapıyı kapatırım.)

Sonra bir pazar akşamı ev sahibi arıyor, "Kombinin bakımını yaptırdın mı? Geçen sene de yaptırmadın Allah bilir..." diyor. Beynine soktuğumun iti, bu eski tesisatlı evinde oturup üstüne para veriyorum, bana mülteci muamelesi yapıyor. Pezevenk.

İstanbul'da herkesin kendisini, "ihtiyaç duyulan müthiş varlıklar" olarak görmesi ne acayip bir şey... Anadolu kökenli ev sahibim de öyle, The House Cafe'nin garsonu da... Bu boktan mahallede, bu boktan evde oturmasam başka bir yerde oturamayacakmışım gibi... O boktan kafede oturmasam, 2 adım ötedeki başka bir kafede oturamayacakmışım gibi... Sattıkları her neyse, gidiyor ya, rağbet görüyor ya, kimin talep ettiği umurlarında değil. Dolayısıyla talep edenin memnuniyeti de kesinlikle umurlarında değil.

Bir cumartesi günü gündüz vakti evde sıkılıyorum. Dışarı çıkabilir, vakit geçirebilirim, ama geçen ay fazla açılmışım, henüz ayın 8'inde fakirleri oynuyorum. Lavabo tıkalı, saçlarımın kesilmeye ihtiyacı var, ellerim manikürsüz ve spora gitmediğim için vicdanlardayım. Bu yaşıma kadar, bir yaşıma geldiğimde sıçrayacağımı hayal ederek yaşadım İstanbul'da. Amına koyayım 28'indeyim ve o sıçrama noktasını yakında, uzakta, hiçbir şekilde göremiyorum. Belki o sıçrama noktası hiç olmayacak ve ben hayatım boyunca borusu tıkanan boktan evlerde yaşamaya devam edeceğim. Bunu düşündükçe benim borularım tıkanıyor. Nefes alamıyorum.

O değil de, Mr. Muscle'ın granül lavabo açıcıları varmış. Gidere boşaltıyorsun, üstüne 1 kettle dolusu kaynamış su döküyorsun. Onu mu denesem acaba?