28 Mayıs 2012 Pazartesi

Bir taze fasulye pişirmişim, kafayı yersiniz.

Zeytinyağının markası Zeytin İskelesi...Şık bir sunumu var. Lezzeti ise dillere destan! Tavsiye ederim. Markette bundan varsa gidip Komili Momili almayın benca!..

Off! Çok şahane oldu!..

PS: Eurovision izlerken Moet & Chandon içen insanın ertesi gün Youtube'da "Uçurum" izlerken taze fasulye ayıklaması gibi de bir gerçek var şu hayatta.

Whatever....

12 Mayıs 2012 Cumartesi

ŞAMPİYON

Üzerimden dev bir yük kalkmış gibiyim...

Kupayı havaya kaldıran Fatih Terim'im yaşadığı mutluluğu, huzuru, hafifliği... Tahayyül edemiyorum bile..

O kadar!..

11 Mayıs 2012 Cuma

BU GÜNLER...


Okul hayatımın hiçbir evresinde başarılı bir öğrenci olmadım. Olamadım... Benim okul başarım ilkokul 5'te Anadolu Liseleri sınavında şahane bir puan çekip Mersin'in en yüksek puanla öğrenci alan Anadolu Lisesi'ne girmekle sona erdi. O deniz kıyısındaki şahane okulda öyle böyle 2 sene geçirdim, sonra bilirsiniz, ailemin işi dolayısıyla o puana yaraşır bir okula transfer oldum. Ankara'ya. Sınıf arkadaşlarımın başarısı da ilkokul 5'teki Anadolu Lisesi sınavıyla sona erseydi keşke... Onlar oradan çıkıp ODTÜ'ye gireceklerdi, benim hayalim Boğaziçi'nin sikik bir bölümüne girip çimlerde Vedat Türkali'nin Fakir Baykurt'un herhangi bir kitabını okuma üzerineydi... (Neden Vedat Türkali diye soracak olursanız... Okula gelen bir Boğaziçi broşüründe çimlerde uzanarak bir Vedat Türkali Fakir Baykurt kitap okuyan kız vardı. Ona özenmiştim.) Bu arada da sıfır fen kafamla MF'ciyim ha!.. Yanlış olmasın. İddialıyım. Her anlamda!..

Neyse, ÖSS puanım Boğaziçi'ni mumla aratacak vaziyette olunca bana Bilkent yolları taştan... Ha bu arada, bu noktada "puanı düşük olduğu için devlet üniversitesine giremeyen kız" ışığı yanar genelde insanlarda... Yok abicim. Ben isimciyim. Dolayısıyla Boğaziçi ve/veya ODTÜ dışında herhangi bir üniversiteye girmek istemezdim. Hâlâ istemem. Durumun varsa, zorlamaman gerektiğini düşünürüm.

Neyse... Kasmam. Bilkent'te de kasmadım. İlk sene, hayata ve okula adaptasyon evrelerimin sancılı geçmesi sebebiyle, bir de işin içine 3. sınıfta Erasmus deneyimi girince, okul tak! 1 sene uzadı. Ayıp oldu. Ama şimdi düşünüyorum. İyi ki de oldu. Nitekim Bilkent'te oynadığım uzatmalar, her şekilde dünyalara bedeldi.

Bunu niçin yazdım bilmiyorum. Şunu demek için... ÖSS zamanı çok sancılıydı anlıyor musun? Ankara çirkindi. Birden çirkinleşmişti. Liseden nefret ediyordum. Nisan - Mayıs aylarında herkes gibi ben de "idrar yolları zırt zort hastalıkları sebebiyle" raporluydum... Her gün dershaneye gidiyordum. Bu sırada test çözerken CD çalarımdan Mor ve Ötesi'nin "Dünya Yalan Söylüyor" albümünü dinliyordum. Çok serseriydim, oh yeah!..

Mor ve Ötesi'nden nefret ederim. Dünya Yalan Söylüyor albümünden nefffret ederim. Cambaz, Bir Derdim Var, Dünya Yalan Söylüyor... Şu an herhangi bir yerde çalsa, kaçarım. Arkama bakmadan kaçarım. Tahammül edemem.

Yıllar yılı müzik zevkim iyice kaotik bir hâl aldı... Coldplay'e övgüler yazan kızlardan kaçtım. Ben o sırada Ajda Pekkan'ın Dert Bende'siyle kafamda klip çekiyordum. Orhan Gencebay'ın "Eski Kavak Yelleri"yle kendimden geçiyordum. Akşamları teybe Chopin takıp, elit takılıyordum. Tarkan'dan Öp'le mutluluğu keşfediyordum.

Sonra işte.. Çok uzattım. Uzun lafı kısası. Bugünler de geçecek... Biraz üstü kapalı bir anlatım mı oldu? Geçecek bugünler... Ben sonra, yıllar sonra, Kenan Doğulu'dan Bal Gibi'yi, Göksel'den Yalnız Kuş'u her duyduğumda... Kaçacağım. Arkama bakmadan. Hele bugünler bir geçsin..

6 Mayıs 2012 Pazar

UYUZ


Kendimi yanlarında yalnız, fazla vs vs. hissettirmeyen grupları seviyorum. Hani o gruptan sadece 1-2 kişiyi tanısam da, yeri geliyor insanlara kanım kaynayabiliyor. Bu sebeple Angaralı dostum Ayşe'ye teşekkürlerimi sunarım.

Dün akşam yerinde yiyip, yerinde içtiğimden midir, yoksa tam 1 aydır ilk kez bir hafta sonu yaşayacağımdan mıdır bilinmez, sabah 9'da zınk diye uyandım. Nasıl dinç ve nasıl bebeksiyim! Önce bir duş, ardından kahvaltılıkları gözden geçirdim... Madem evde kahvaltılığım yok, attım kendimi Kanyon'a.. Bir şeyler atıştırdıktan sonra birkaç mağaza gezdim. Ardından Akmerkez'e yürüyüş... Onca mağaza gezintisine rağmen hiçbir şey bulamadım üzerime alabilecek!. Sabahki "dinç ve bebeksi" duruşumdan, özgüvenimden eser kalmamıştı. Çirkindim. Aşırı çirkindim. Bu çirkinliği bir nebze de olsun atabilmek için fön çektirdim. Doğruca ev. Eve geldiğimde saat 5 filandı.. Sanırım.

1- Yaşlanmışım abisi. Geçen senelerde arka arkaya 10 bölüm Fringe izleyebilitesi olan ben, 2 bölümü zorrrla izledim. Ya Fringe açmadı, ya da yaşlanıyorum. O ne öyle ayol ergen gibi saatlerce dizi? Uyumuşum.

2- Sanırım depresyondayım. Çünkü.. Biraz mutsuz hissediyorum aslında. Biraz tahammülsüzüm. Bir yandan deli gibi sosyalleşmek, bir yandan da kendi kabuğuma çekilmek istiyorum. Hoşlandığım yerlerde olmak, sırf kibarlık olsun diye istemediğim programlara dahil olmamak... Ama iyiyim. Vizem de pazartesi günü elimde bu arada.

3 Mayıs 2012 Perşembe

İNGİLTERE VİZESİ - BEYAZ KELEBEKLER - TÜRK KAHVESİ


Arada bir şeyler olmadığından mı, yoksa oldu da kaydetmeye değer bulmadığımdan mı bilmiyorum... O yüzden buraları bir Youtube videosuyla bırakıp kaçmışım. Hâlâ Benjamin Biolay dinliyorum bu arada... Adamcağız haber alsa, gözleri yaşarır. Şurada sözünü ettiğim Tune In'de Virgin Radio Française var, geceleri hep bunun şarkılarını çalıyor. Öyle uyuyorum filan...

Müdürüm sağ olsun, 1 Mayıs öncesi pazartesi gününü bana hediye etti, ben de cumadan Ankara'ya gittim. Çok fazla TV izleyip, çok fazla kahve içtim. Tek başına yaşamanın bana şöyle bir katkısı olmuş: lavabonun içine bulaşık bırakmıyor(muş)um artık. Zaten onun amacı da "Ben bırakayım, birisi makineye yerleştirir sonuçta!" değil mi? Abisi lavaboya bıraktığın şeyi Alberto gelip de makineye yerleştirmeyecek işte! Kabullen şunu!..

Rüyamda Akün Sineması'na gitmişiz, Beyaz Kelebekler konseri varmış... Balkondayız ve heyecanla bu "hip" grubu bekliyoruz? İşte ben ve birtakım Bilkentli arkadaşlarım... Neyse. Bu arada yanımızda da birtakım 50 yaşlarında insanlardan oluşan bir grup var. Beyaz Kelebekler şarkısı çalmaya başlayınca bu 50'likler kendi çaplarında tuhaf bir dans sergilemeye başlıyor. Biz de onları taklit ediyoruz, o yapılanın nostaljik bir dans olduğunu farz ederek...

Neden sonra aklıma sahneye bakmak geliyor... Dostum ortada Beyaz Kelebekler filan yok! Resmen ekranda Youtube videoları döndürüyorlar. Koca Akün'ü dolduran kalabalık, yani biz, Youtube videolarıyla eğleniyormuşuz.

Madem anlatacak bir şeyim yok, bari rüyamı anlatayım dedim.

Ha bu arada, Godot'yu bekler gibi İngiltere vizesi bekliyorum. Geçen Çarşamba başvurdum ve hâlâ ses yok. 1 haftadır günde 8 kez filan verdikleri tracking number'la internet sitelerinden takip ediyorum. Sonuç hep aynı: "Arrived at the visa section" O kadar çok baktığımdan mıdır nedir, sanırım tracking number'ım bozuldu... :( Hüzün... Şu an sistem tracking number'ımın yanlış olduğunu iddia ediyor.

1 haftadır önüme çıkan herkese "Ya vize vermezlerse?" endişemden bahsettiğimden, sizleri de bundan mahrum bırakmak istemedim.

Verirler di mi lan?