22 Şubat 2012 Çarşamba

YIL 2012 / MEKAN TRT


"TRT" diyorum ötesi var mı? Yıl olmuş 2012!

COMIC SANS kullanmayın, komik olmayın.

Allah kahretmesin. Komik olmayın mı? Özür dilerim. Ama "COMIC SANS kullanmayın"dan sonra aklıma başka bir söz öbeği gelmiyor. Hüzün...
 

21 Şubat 2012 Salı

KÖRLER VE DİĞERLERİ

Biz küçükken, Mersin'de, okullarımıza "körler" gelirdi... Körlerin gelmesi, bir "event"ti. Yani, "Yarın körler gelecek." "Bugün bizim okula körler geldi." derdik. Veya, aynı okulda siz öğlenciyken, sabahçı olan kuzenimize, "Size körler geldi mi?" diye sorardık.

Körler de, işte, Altı Nokta Körler Derneği'nin (veya Mersin içinde başka bir "körler" derneği?) enstrüman çalabilen ve şarkılar söyleyebilen körlerden oluşturuduğu ufak bir müzik grubuydu. Yılın belli bir günü belli bir saatinde konser veren, biz çocukların ders işlenmeyeceği için sevinçle beklediği, geldiklerinde okulun bahçesinde şarkılarını dinlediğimiz, aynı günün sonunda öğretmenimiz tarafından dağıtılan zarflara paralar koyarak yardımda bulunduğumuz bir grup.

Niye körler derdik, o zaman bunu söylemenin daha "politically correct" bir yolu yok muydu bilmiyorum; ama bir defasında öğretmenimizin, tahtaya yazdığı ödevin sonuna, "Not: Yarın körler gelecek." notu düştüğünü hatırlıyorum mesela.. Hani sanki, Polonyalı bir halk dans topluluğu geliyormuş da, "Polonyalılar" gelecek der gibi. Körler.

Neyse... Zamanın popüler şarkılarını da söylemezdi asla bu insanlar. Bir Hakan Peker, bir Yonca Evcimik çaldıklarını hatırlamıyorum. Mütemadiyen oynak Türk Sanat Müziği. Kıvrak ritmler.. Yine de o yaşımıza, kafamızdaki saçma beyaz kurdelelere rağmen delicesine göbek atardık.

Dün aklıma, bu körler geldi. Acaba başka şehirlerde de oluyor muydu böyle aktiviteler, yoksa sadece Mersin'e özgü bir yardımlaşma şekli miydi. Ve neden ilkokullar? Hâlâ var mı böyle şeyler? Bilemedim. Sen bizi eğlendir, biz sana para verelim.

KONUYLA ALAKASIZ, İÇ SIKINTISI:
Bugün Twitter'da, #gamzeicinbirtupkan  başlığı altında yazılanları okurken, 1 tüp kan verebilmek için Allah'ın İstanbul'unda insanları Çapa'ya çağırma çabalarını izlerken, bu kadar zor olmamalı diye düşündüm. İnsanlardan kan toplamak... Sadece iş insanlardan birer tüp kan almada ve onları -lütfen- doğru dürüst bir veritabanında bir araya getirmede... Hani kim hangi websitesine giriyor, kim telefonda hükümete giydiriyor kaydını alabiliyorken; bi zahmet şu işe de aynı önemi vermede... Şurada LÖSEV'in konuyla ilgili bir çığlığı bulunmakta, kemik iliği nakli yetkisi verilen sınırlı sayıda üniversitenin bu konuda yetersiz kaldığının altını çiziyor.

Sevgiler.

17 Şubat 2012 Cuma

HALİL VAKASI


Ha.lil Se.zai Pa.racıklıo.ğlu aramıza ne zaman katıldı, bilen var mı? Şimdi bu adam birtakım dizilerde oynuyordu filan, sonra ben bi' yerde kendisiyle aynı masaya oturuyordum (toplantı gibi bir şeydi...), kendi hâlinde bir insan gibiydi. Şimdiyse gençlerin sevgilisi? Ve neredeyse esasen bir oyuncu olduğunu unutacağız!

Neyse... Sanırım o gün, adamın uzun tırnaklarından yakın zamanda bir "gitar çalan asi liseli" vakasıyla karşı karşıya kalacağımızı anlamalıydım. First Lady olunca ilk iş erkeklerin tırnak uzatmasını yasaklayacağım. (Hatta kadınların da?) Hatta çok ileri gidip gitar çalmayı bile yasaklatabilirim.

Sonra ne zaman ki hayatımıza İncir Reçeli adındaki şaheser girdi, (sivişmek yööök! -ağzını yüzünü kırasım geliyor o kızın!!!!) Halil Sezai de şarkıcı olarak girmiş bulundu. Meğer bu rolü bekliyormuş! Allahtan Teoman da arada müziği bıraktı ha, yoksa Halil Abi ucuna ilişebileceği bir koltuk bulmakta zorlanabilirdi.

Nerden bulur bu insanlar ben mutsuzken gülünecek şeyleri... gibi bir sözü var mesela bir şarkısında! Neden acaba? Barın köşesine oturup dalgalı saçlarınla tripten tribe girdiğine gülüyor olabilirler mi Halil?

Bir de bu aralar sıkça radyoda çalan bir şarkısı var; "Çaaağresiiğiz - içimdeki çucuk!" diye başlıyor. Eğer o sırada sabah ofis yolunda tampon tampona trafikteysem, güne nasıl başlayacağımı şaşırıyorum. Ağlayasım geliyor. Neyse hemen ofise gidip Tarkan'dan ÖP dinliyorum. Neşem yerine geliyor.

16 Şubat 2012 Perşembe

SEVGİLİLER GÜNÜNÜZ NASIL GEÇTİ?


Herkesin özel günü kendine özel... Bir de "dayatılmış" günler var ki, kutlarsan güzel / kutlamazsan pek mühim değil. Şimdi ben de, Batı'nın bu Noel & Yılbaşı dekorasyonu, ışığı, ışıltısı, simiydi puluydu, tarçınlı kurabiyesiydi hepsini aldım da; Aziz Valentin'in kalplerine & pembelerine alışamadım... Yani.. Bir Cuma akşamı belki evde, şaraplı & mumlu & müzikli & filmli güzel bir yemek eşliğinde Sevgililer Günü, süpper! Ama işten 7'de çıktığım püskürmüş saçlarımla atın beni denizlere, rica ederim o püskürmüşlükle evde romantizm yaşamamı ve yaşatmamı beklemeyin! Zaten o saçlar ve gün sonunda akmış makyajımla bin küsür çiftin arasında diken üstünde bir restoranda oturmamı hiiiç istemeyin.

Neyse...  Sonuçta ben "O" gün bir şey beklemiyordum, "beklemediğim" biliniyor mu, bilmiyordum... Sonra, çin çin çin, ofis masamı 33 adet gül şenlendirdi. Neymiş. Sen kendini berbat hisseder ve Sevgililer Günü umrunda değilken bile; masanı renklendiren güller, ruhunu renklendirebilirmiş.

O la la ! 

10 Şubat 2012 Cuma

BUGÜN

40 yaşında, birkaç düşükten sonra nihayet hamile kalmış, o 9 ay boyunca hep yüreği ağzında gezmiş ve sonunda bebeğini -çok şükür- sağlıkla kucağına almış bir annenin narkozun etkisiyle uyurken -farkında olmadan gülümsediğini,

43 yaşında, karısı birkaç düşükten sonra nihayet hamile kalmış, o 9 ay boyunca hep yüreği ağzında gezmiş ve sonunda bebeğini -çok şükür- sağlıkla kucağına almış bir babanın sevinçten gözlerinden gerçek anlamda ışıklar saçtığını gördüm bugün.

Hayat bazen hayretler verici...
İyi anlamda!

8 Şubat 2012 Çarşamba

BAZI KIZLAR ÇOK MAL

Gece yağmur yağarken uyumak, o kadar Mersin ki benim için; erkenden yatayım diyorum.. Bir bakıyorum ki saate, 00.16 olmuş bile!.. 

Bazı insanlara öküzlük yapma hakkını bizler bizzat ellerimizle veriyoruz. Ellerimizle bu lüksü sağlıyoruz onlara. Çünkü hır çıkmasın, konu uzamasın, alttan alan biz olalım, onu öyle kabul edelim. Hıhım...

Dostum ben artık alttan alan taraf olmak istemiyorum. Niye "çekinilen", "Ahh, ama o öyledir.." denilen taraf ben olmuyorum? Neden benden 10 yaş büyük biri kompleksinden arka arkaya saçmalarken, zaman zaman ağzından köpükler saçarken ben "hanımefendi" taraf kalmak zorundayım?

Birtakım cevaplar arıyorum...

 Çukurcuma'da bir duvar yazısı... Benden bahsediyor olabilir.


6 Şubat 2012 Pazartesi

KARAKÖY'DE VİYANA ESİNTİSİ: KARABATAK - Julius Meinl


Pazar günü, dünyanın en güzel kafesine gitmiş olabilirim. Karaköy'de tıka basa kahvaltı ederken, "Ya buralarda çok süper bi' kafe açılmış, oraya mı gitsek? Nerede acaba?" sorularımızın yanıtını, aklını sevdiğim Google verdi. İsmi: Julius Meinl. Nasıl okunduğunu Alman - Amerikan ekolünden gelen sevgilim söylemiş olabilir; ama ben tabii ki aklımda tutamadım... Tam olarak belirgin bi' kullanımı olmasa da (ya da ben göremedim?), kafenin asıl adı KARABATAK. Kafenin şurada yayınlanmış tarihçesi de içerisini daha bir anlamlı kılıyor.

Hani genç kızların kurumsal hayattan sıkıldıkları anda sığındıkları bir hayalleri olur ya, "Şöyle ufak, şirin bi' kafem olsa.. Geleni gideni az, ama öz.." türden, anlatırken hülyalara daldıkları... İşte o kafe, bu kafe olmalı. Genç kızlar! Size sesleniyorum! Hayal kuracaksanız da bi temeli olmalı. Gelin, vizyon görün!

Yerde nostaljik karolar, en rahatından retro sandalyeler, güzel fincanlar, kendinizi Roma'da bir sokak arasındaymışçasına hissettiren bi' dışmekân kullanımı var. Üstelik biz girdiğimizde içeride pek kimse yoktu, sonra ayağımızı mı sürüdük ne oldu.. Ama yine de "Kalkacak 1-2 masam var, biraz şöyle bekleyin, sizi hemen alıcam!"lık bir bekleme stresi yaşanmadı.

Biz kahveye, sükunete, şöyle rahat rahat sohbet etmeye doyduk. Ben sanırım, bu hafta sonu tekrar gideceğim. Karaköy'de Kara Ali Kaptan Sokak'taki Karabatak'a...

5 Şubat 2012 Pazar

KARAKÖY'DE PAZAR KAHVALTISI



Anladım ki ben ufak ufak şurada ciklerken, tatmin de oluyorum aslında. Eğer ki 140 karakteri aşıyorsa düşüncelerim, o zaman yazmamayı tercih ediyorum. Ya da kahve molasında yakaladığım bir iş arkadaşımı.. Neyse.

Bu hafta sonu, uzun zamandır olmadığı kadar güzel bir hafta sonuydu. 1- hava güneşliydi, 2- dışarı çıkma isteğim doruktaydı. Sabah mantıklı bir saatte uyanıp, kahvaltı mekânlarını beynimden geçirirken, trafikti park yeriydi sıkılacağımıza bu sefer şansımızı Karaköy Namlı'da deneyeyelim dedim. Benim daha evvel Namlı'da fahiş fiyata 4 kalem pirzola tüketmişliğim var. (Terrrbiyesizler!) Ama kahvaltısını öyle övüyorlardı ki, son 18 saattir aç olan mideme iyi gelecekmiş gibi bi' hâli vardı. (Diyete devam bu arada! Sadece Pazar kahvaltısında kantarın topuzunu kaçırmakta beis görmüyoruz!)

Neyse, bi' kere İstanbulluların veya Türk insanının ya da işte belki de tüm insanlığın bir "bokunu çıkartma" alışkanlığı var. Tabii ki gittiğimizde tam 11 ayrı grup masa bekliyordu. Zıkkımın kökünü yiyin inşallah. Hiçbirinizin oraya benim gibi ilk kez kahvaltı yapmaya gelmediğinizden eminim! Abi bi zahmet kahvaltını bu sefer sıradan, isim olmayan bir kahvaltıcıda yapıver? Zaten daha önce yiyeceğin kadar yemişsin! Ben de bi kere şurada edeyim kahvaltımı, bi' daha gelmeyeceğim. Ben de göreyim, NE VAR YANİ?!

Keza Nusret'te de öyle! Abisi, ne zaman gitsek, "10'dan önce kabul edemiyoruz!" Allahıma şükür rezervasyon yaptırma gibi medeni alışkanlıklarım da yoktur. Gittiysem oturmalıyım! Bi' kere de ben yiyeyim abi Nusret'in pişirdiği etlerden? ÇOK MERAK EDİYORUM YA! Eminim 2 hafta önce de oradaydınız siz. Ananızı SATAYIM daha önce deve eti yiyordunuz da; Nusret sayesinde başka şey yiyemez mi oldunuz? Ben de bi' kere yiyeyim etimi, bi' da tövbe Köşebaşı'ndan, Kazancılar'dan çıkmam. ALLAHSIZLAR! 

Dün TV'de gördüm, Alişan'la Lerzan Mutlu da geçen akşam Nusret'telermiş! Abi belli ki kendinizi göstermek için gidiyorsunuz. Niye benim oturacağım potansiyel masayı varlığınızla işgal ediyorsunuz? Gerçekten Alişan ve Lerzan Mutlu'ya bu kadar sinirleneceğim aklıma gelmezdi...

Her neyse, nitekim biz de TABİİ Kİ SIRADA BEKLEMEDİK (zira rezervasyon yaptırma huyum olmadığı gibi sırf çok popüler diye bir mekânın kapısında bekleme huyum da yoktur.) Namlı'nın yanındaki Güllüoğlu'nun yanındaki Çerkezköy Şarkütericisine oturduk. Sonrasında gelsiiiiin pastırmalı omletler, gitsin sucuk & hellim şişler, peynir tabakları ve umarsız zeytinler... Çok mutluydum. Çıktığımda, Namlı'da oturanlara, "SALAKLAR!" der gibi baktım...