12 Şubat 2014 Çarşamba

MERAL TEYZE

Evime temizliğe gelen Meral Teyze'nin en karakteristik özelliği, eşyaları duvara olabildiğince yapıştırarak kullanılabilir alandan tasarruf sağlaması dışında, cips yemeği çok sevmesidir.

İşim eve çok yakınken, sırf evde yemek yok diye, eve dürüm olur / döner olur taşırken ben; o ısrarla evde alkollü misafir ağırlamalarından kalan cipsleri yemeyi adet edindi. Evde, sırf kalori almayayım, ama çöpe de atmayayım arzusuyla cipsleri dolapların en izbe köşelerine saklarken ben, Meral Teyze'nin cips tutkusunu hesaba katamadım. Yorgun bir iş gününün akşamı yumuşatıcı ve Domestos kokan evime geldiğimde, hep yarısı yenmiş bir cips poşetini buzdolabında bulurum. Ah Meral Teyzem. Muz yemez, ton balığı sevmez, dolaptaki peyniri bana gelirken yoldan aldığı simide katık etmez... Bir cips keyfi var kadıncağızın.

Son sefer beklentileri yükseltti. Geçtiğimiz hafta sonu kebap - rakı coşkusu yaşadığımız bir akşamın üstüne Ayşelerde içerken çantama attığım 2 tane viskili çikolatayı sehpanın üzerinde bırakmıştım ki; eve geldiğimde çikolatalardan birinin eksik olduğunu fark ettim. Meral Teyze tabii ki kendine bir Türk kahvesi pişirip yanında bir de viskili çikolata patlatmış. Hmmm.. Bu evde kendini şımartmayı tek seven ben değilim anlaşılan.

Bu detaya kendimce kahkaha atıp, telefonda annemle paylaşmak istediğimde, "Yazık yahu, yorulmuştur kadın?" deyiverdi. Sanki kadının çikolata yemesine laf etmişim gibi... Halbuki bence komik ve naif olan bu detayı kesinlikle bir art niyetim olmadan paylaşıvermiştim. Neyse... Sonuçta zaten dünyanın tüm Willy Wonka'ları Meral Teyze'me kurban olmalıdır bir yerde... (Dolaptaki yiyeceklere yine dokunulmamış, ancak yarım paket cips lavabonun altındaki dolapta.)

Sonuçta, geçen Instagram'da da belirttiğim üzere; Meral Teyze'nin yeni temizlediği eve gelmek = Hoşlandığın tüm çocukların ofise çiçek göndermesi + 5kg vermek + TV'de Mavi Boncuk'a rastlamak ve daha bir sürü şey

11 Şubat 2014 Salı

ŞUBAT


Jude Law'un "dede" olduğu bir film izledim, Dom Hemingway. Dede, derken, yaşlanmış pörsümüş bir Jude Law'dan bahsetmiyorum. Adamın bildiğin torunu var. Ha, yaşlanmış, pörsümüş evet; ama daha düne kadar bu adam çocuklarının dadısıyla pişiriyordu işi, yan odadan melodiler mırıldanıyordu kulağımıza, en yakışıklı hâli Breaking and Entering'de miydi, yoksa Closer'da mı... Ben daha dün, babamla, "Hollywood Atatürk'ü film yapsa, Jude Law oynasa..."yı konuşurken; önce liseden, sonra Bilkent'ten mezun olmuştum. Alfie'deki hâllerine kurban olurdum. Ama anlamalıydım aslında, koskoca Anna Karenina'da Vronski değil de Karenina'nın sümsük kocası olduğunda... Zaman geçiyor cancağızım. Yıllar arkada birikiyor, bi' an geliyor, anlıyorsun, en süper Vronski'nin aslında sadece Kıvanç Tatlıtuğ olabileceğini. Bak:


Zaman geçiyor, yıllar arkanda birikiyor. Kendimi boklamayı severim, şu 4 küsür senelik iş hayatımda sadece güzel arkadaşlıklar biriktirdim. Sanki aslında çok da bişi olmadım onun dışında. Sadece daha özgür olup, o caaanım arkadaşlarımla daha kaliteli zamanlar geçirmeyi dilerdim. Dev bir plazanın asansöründe beğendiğim oğlanla sigara molalarında karşılaşmayı beklemek yerine... Belki o zaman daha açık ve net, daha fıkır fıkır olurdu karşı cinsle temaslarım. Merhaba, merhaba, ateşinizi alabilir miyim? Teşekkür ederim. İyi çalışmalar.

Algılarım daha az açık olsaydı, daha mı mutlu olurdum klişesine hiç girmeyeceğim. Çünkü sokayım öyle yavan mutluluğa affedersin. Hem zaten bu klişenin, "Çok karakterliyim, özgür ruhluyum; erkekler beni taşıyamıyo." klişesinden ne farkı var? Oğlanlarla sıkıntım yok; ama algıların bu kadar açıkken cep telefonuna düşen saçma sapan bir iş mailinin o an beni kendime getirmesine, ÇAT diye gerçek hayata döndürmesine, aslında içinde yaşadığım şeyin ne olduğunu hatırlatmasına çok gıcığım. Anlıyor musun?

Bir şeyler yapmalıyım, ama ne yapmalıyım?

Ateşinizi alabilir miyim? Teşekkür ederim. İyi çalışmalar.