29 Aralık 2015 Salı

FLAŞ: BERLİN'DE NELER YAŞANDI?


30 yaş, gelmek bilmeyen bir regl gibi. Ağrısı, sancısı var; kendisi yok.. diye yazıvermişim bir kağıda. Bugün ortalığı toparlarken buldum. Hakikaten de öyle, senelerce, "Öyle süpersin, sen harikasın, kızım çok akıllısın." gazlamalarıyla hep sandım ki bir gün cidden bir şeyler oluvereceğim. Zengin, ünlü, popüler, trendsetter... Ne bileyim. Ola ola, bir an önce işinden kurtulmayı isteyen bir banka çalışanı oldum. Nasıl oldu, inanın ben de anlamadım.

Geçen Nisan ayında, sevgilim dahil herkes dünyanın bir yerlerine giderken, ben yerimde sayarken; OnurAir'in kampanyasından kendime Ekim ayı için Berlin bileti aldım. Yurt dışı, yurt dışını mı çekti anlamadım, Haziran'da bir de Barselona sıkıştı araya... Çok güzel, çok hafif, çok iyi geldi. Ama aklım Berlin'deydi. 5 gün boyunca kendimle başbaşa olacaktım. Bunca yıllık hayatımda hiç aralıksız 5 gün boyunca tek başına olmamıştım. Kendimden sıkılır mıydım, sıkılmanın akabinde kendimden soğur muydum? Yani işte yeni bir ilişkiye başlarkenki travmatik sorularım, tek başına seyahate çıkmadan evvel ardı ardına darladı beni. SIKILIR MIYIM? Ana'cım ne travmaysa bendeki de...

Berlin'in müzeleri, aman da Berlin'in gece hayatı, Berlin'de şurada yemek yemelisiniz tarzı öneriler sunmayacağım tabii ki.. Onu yapan bin tane kaliteli blog var. Diyeceğim o ki, cesaret edip tek başına bir yerlere gitmek gerçekten güzel bir şeymiş. Bunu da, "Aman nasıl cool'um, tek başıma Berlin'de 5 gün geçirdim.." havasıyla söylemiyorum. Çünkü ben geç bile kalmışım. Bunu çok daha önceden yapmam gerekiyormuş.

Sadece 5 gün boyunca başka bir ülkede tek başına olmak müthiş bir dinginlik kazandırıyor insana. Gün boyunca sadece tek tük cümlecikler kuruyorsun mesela. Merhaba, bu kaç para, teşekkür ederim, vs. Onun dışında tamamen beyninin içinde konuşuyorsun. Ve fark ediyorsun ki normal hayatında, ecnebinin "small talk" dediği binlerce anlamsız diyalog kuruyormuşsun aslında. O ufak konuşmaların aslında seni nasıl yorduğunu fark ediyorsun.

Tatile bir başkasıyla çıktığında, ister istemez programın onun da istekleriyle şekilleniyor. O bilmem nereye girmek istedi, ben de ona eşlik edeyim, ben şuraya girmek istedim ama o istemedi o zaman çok oyalanmayayım gibi yan dertlerin oluyor. Tek başınayken kendi kendinin tur rehberisin. Haritaya bakan da sensin, bir sonraki içkiye geçip geçmemeye karar veren de.. Ki bu 5 günüm öyle çok da güllük gülistanlık geçmedi. Ben pek hasta olmam mesela. Genellikle domuz gibiyimdir. Üşümem, üşütmem, kıçım başım ağrımaz. Mızmızlanmam. Neredeyse son 5 senedir filan grip olmayan ben, boğaz ağrısıyla uçağa bindim. Sonra yıllar sonra ilk kez bağırsaklarımı bozarak, gittiğim her mekanın tuvaletini ezber ettim. En pis sarhoşluklarımda bile ayağı takılmayan ben, 3. akşamımda tamamen ayıkken, kayıp yere DÜŞTÜM! Orası Avrupa olduğu için, yerde iki seksen yatarken hiç kimse suratıma bakmadı. Yanımdan öylece geçip giden Alman çiftin arkasından, "Orospular! İnşallah siz de düşersiniz!" diye bağırdım. Bunun yanında çok güzel kokteyller içtim. Harika tiplerle tanıştım. Otelin yakınında bir barda tanıştığım tiplerle eğlenceye devam ettim. Kartvizitler aldım, defterime yazılar yazdım. Ömrüm boyunca hep böbürlenerek anlatacak bir deneyimim oldu.

30 geliyor, gelmek bilmeyen bir regl gibi, ağrısıyla & sancısıyla geliyor... Belki bir kanasa rahatlayacağım, ama 1 ay daha bu sancıyla kıvranacakmışım gibi geliyor. Yine de... İyi kötü bir şey oldum işte... BİR ŞEY olamadım belki; ama belki de 35 yeni 30'dur? Ya da sadece telefonun çalar saatini "Ertele"diğim gibi kendi "BİR ŞEY"liğimi de ertelemekteyimdir... Kim bilir...

27 Aralık 2015 Pazar

SOKAK


2015'in bir Haziran günü yazmışım bir kâğıda;

"Beşiktaş, Beşiktaş!" diye bağırıyor... 6-7 yaşlarında, tiz bir çocuk sesi sokaktan. Yeni ev Beşiktaş'ta, yeri de iyi hoş ama işte biraz gürültülü oluyor cadde üzeri apartman dairesi. Sadece tiz erkek çocuğu da değil tabii... Geçen cuma işten eve geldim, hava hâlâ aydınlık. Senenin, eve gelsen de havanın aydınlık olduğu zamanları. Hava ılık. Açtım salonun camlarını, caddeden evin içine klarnet sesi doldu. Klarnet sesi kalabalığın sesine karıışıyor, evin içine doluyor. O an için evim hem izole, hem de caddenin içinde gibi... Hoşuma gidiyor. Açıverdim buz gibi bir bira. Açken içince ince bir uyku bastırdı. Kanepeye uzandım. Uykuya dalarken klarnetçi Özcan Deniz'den Nasip Değilmiş'e bağladı. Hayatımın en güzel uykuya dalışlarından biriydi.

Birkaç saat sonra uyandığımda, hava kararmış, klarnet sesi çoktan kesilmişti. Eve 2 tantuni söyleyip, yedikten sonra kendimi sokağa attım. Çarşı'ya doğru yürürken benim klarnetçiyi az ileride müziğini icra ederken gördüm. Belli ki caddenin benim tarafta olan kısmı sakinleşince kendini daha canlı bölgelerde konumlandırmayı seçmiş. Mantıklı bir positioning... Cebimdeki bozuklukları kibar olmaya çalışarak önündeki kutuya bıraktım. Kafasıyla teşekkür etti. Adam bana hayatımın en güzel uykuya dalışlarından birini sattığını nereden bilecek?