17 Ocak 2012 Salı

REJİME GİRDİM

Çok acayip şeyler oldu, ben mesela, Pazartesi itibariyle diyetisyen kontrolünde rejime başladım. Alkolle aranız nasıldır diye sordu doktor, o an, 1 hafta öncesine kadar 7 gün üst üste alkol alabilitesi olan bir insan olduğum kafama dank etti. Ben, içip içip çocuklarımı dövmediğim sürece problem yoktur zannediyordum ki, (sarhoş da olmam bu arada!..) ev arkadaşımın "Ama alkolizm illaki tir tir titremek değildir?!" konulu vaazı işe yaradı. Birkaç gündür temizim... 

Diyetisyenlerin de incecik insanlar olup yemekleri az yağda pişirme önerilerinde bulunmasına kılım. Gerçi, Antakya'da defne sabununun saç dökülmelerine iyi geldiğini söyleyen kel satıcıya kıçımızla güldüysek; muhtemelen göbeğini sallaya sallaya gülen / şişman olduğu kadar da sempatik bir diyetisyeni pek ciddiye almazdık. Neyse, kadıncağız böyle ellerini kollarını oynata oynata ve de hayli iğrenerek, "Hani böyle kahvaltıda zeytinin üstüne zeytinyağı döküp bir de o yağa ekmek banıyolar ya.." filan derken benim gözlerimden bir damla düşüp karışmaktaydı toprağa... İşin acı yanı, ihtiyacım olan tek şey, egzersiz! Nedense ben hâlimden bu denli mutsuzken kilom normal çıkıyor, beden kütle zortum normal çıkıyor, "Sadece biraz yağlanmışız... Biraz egzersiz şart" diyor tığ diyetisyenim o kibar dudaklarını büze büze...

Param olsa ben de giderim MAC Kanyon'a, solumda şu dizi oyuncusu, sağımda şu şarkıcı... Koşturur dururum bantların tepesinde!
Neyyyyyssssse!..

PS: Cumartesi aldığım caaaanım dev topuklu çizmelerimle kar altında, buz üstünde bata çıka ilerlerken anladım, "Kar yağıyo!" diye sevindiğimde ağzını yüzünü büzüştürerek beni küçümseyen İstanbulluları.

Haydi bir resim koy da neşelenelim Semra Hanım:

Kıtır'da Bomontileri arka arkaya yuvarlayıp, neşemize midye dolmaları katık ettiğimiz güzel bir günden...


16 Ocak 2012 Pazartesi

YOĞARTIK!

Şu an dünyanın en kıro şarkısını büyük bir keyifle dinliyor olabilirim.

İpucu veriyorum: Ferhat Göçer.

Müdürüm benden dev bir sunum istedi.

Müdürüm geçen haftaki büyük sıçışım için (the giant sıçış!) beni affetti.

İş arıyorum.

Call me.


15 Ocak 2012 Pazar

Şu medya dünyasında sevdiğim tek insan Jamie Oliver olabilir. Kendisi bence dünyanın en muhteşem insanı... Gerçi bazen, teflon tavaya metal kaşıkla giriştiği olmuyor değil. Bu konuda çok hassasım. Bir de her bölümün sonunda dostları gelip pişirdiklerini yemiyorlar mı? Kıskançlıktan geberiyorum. Düşünsenize bazılarının en yakın arkadaşı Jamie Oliver. Cinnet.


3 Ocak 2012 Salı

ASANSÖR


Ankara'daki apartmanımızdaki değişiklik aşağı yukarı 1 sene evvelinden belliydi... Bayrağı hayli feminen ve çalışkan bir apartman sakininden (kadın) alan yeni apartman yöneticimiz (erkek) apartmanı bambaşka bir atmosfere sürüklemeye and içmişti adeta! Öncelikle, yaşlı ve yalnız bir apartman sakininin evinde usul usul yaptığı yağlı boya tabloları birbirinden varaklı çerçevelere hapsedip binayı Louvre Müzesi'ne dönüştürdü, ardından birbirinden romantik parçalarla bir playlist oluşturup 7/24 asansöre müzik vermeye başladı. Ben o günden beri her Ankara'ya gittiğimde tanık olduğum bu asansör müziğine arsızca ve gençliğin verdiği bir şımarıklıkla gülerken, bu müziğin arkasında yatan gerçekten bihaberdim...

Sondan bir önceki gidişimde, bu kasetleri, geçen sene kim bilir kaç yıllık eşini kaybeden yine yaşlı bir komşumuz olan hanımefendinin temin ettiğini öğrendim. "Bunlar eşimle akşamüstleri şarap içerken dinlediğimiz kasetlerdi..." diyerek o kasetleri yöneticiye kim bilir nasıl uzattığını, biraz utanarak dinledim.

Bu noktada tabii ki hayli lirik bir biçimde sahneye dönerek, "İşte hayat böyle! Bugün var, yarın yokuz... Ölüm de böyle değil mi?" filan demeyeceğim diyaframımı titrete titrete. Beni bundan alıkoyan tek şey, yine gençliğimin verdiği şımarıklığım aslında. Sevdiğim adamla senelerce akşamüstleri şarap içerken dinlediğim kasetleri, kendini ispatlamaya çalışan bir apartman yöneticisine verme fikri, beni dehşete düşürüyor. Çok hüzünleniyorum. Ama işte hayat böyle! Bugün var, yarın...