31 Ağustos 2012 Cuma

BARBİ


İş yerim Beşiktaş'ta.. Barbaros Bulvarı'ndan inerken, karşında birdenbire belirir ya Boğaz, ne olursa olsun içimi bir mutluluk kaplar. Sonra biraz da şarkılarda yaşadığımdan, "...denizlere çıkar sokaklar" dizesi gelir aklıma. Tamam işte. Denizlere çıkar sokaklar!.. Zaten ben, ailemle İstanbul'a tatile geldiğim yıllardan beri Barbaros Bulvarı'nı çok severim.

Sonra Barbaros'un bir sokağından, kıvrıla kıvrıla yukarı çıkarız.. Eski evler, 1-2 köhne köşk, hiç güneş almamaktan renk vermeyi unutmuş apartmanlar, daracık sokaklar.

Taksi, o daracık sokaklardan kıvrıla kıvrıla tırmanırken, biraz da filmlerde yaşadığımdan, gözümde güneş gözlüğüm, yıllar sonra mahallesine geri dönmüş bir assolist olduğumu düşünürüm. Ya da film yıldızı. O an hemen radyoda içli bir şarkı çalsın isterim. Duruşum değişir, ciddileşirim. Kafamda bir şapka hayal ederim.

28 Ağustos 2012 Salı

THE OTHER WOMAN


Şüphesiz ki Natalie Portman, New York'a çok yakışıyor. 
En az, benim Londra'ya yakıştığım kadar! (Göz kırp!)

Neyse... The Other Woman. Güzel. Ammavelakin bir Black Swan değil. Daha iyi olabilirdi. Hatta, işin içine "analık" filan girince, hâlâ, Stepmom'ı tek geçerim. Natalie, New York'a yakışıyor belki; ama bu film Natalie'ye yakışmıyor.

26 Ağustos 2012 Pazar

2 DAYS IN NEW YORK


Ben bu kadını çok uzun zamanlar sevmediğimi düşündüm. Birkaç hafta önce rast geldim, yeniden, Before Sunset izledim. Ve ba-yıl-dım!.. Seneler evvel, "Çok saçma diyaloglar!" deyip, burun kıvırdığım filmin diyaloglarını, ağzımı suları akarak dinledim. Demek ki böyle böyle olgunlaşıyormuş hatun kişi.

Neyse, şimdi de, oturdum 2 Days in New York'u izledim. Sanırım evet, bu kadının, olayları böyle olduğu gibi anlatmasına, bakış açısına, hayranım, hastayım. Biraz daha abartsam: ben düşünmüşüm, o anlatmış diyeceğim. Ama böyle durumlarda kendimi overrate etmekten korkarım.

Önce 2 Days in Paris.
Sonra 2 Days in New York.

Haydi bakalım.

25 Ağustos 2012 Cumartesi

İSTANBUL EMLAK SEKTÖRÜ

Emlak arayışları bugün itibariyle hızla başladı. Bu vesileyle emlakçıların "şirin bir ev" anlayışıyla da tanışmış olduk.

Şirin bir ev: Kot 2'de. Yerler yarı parke, yarı renginin ne olduğu belirsiz eski püskü halıfleks... İlanda 60 metrekare yazıyor; ama ayakta dursak çarpışacağımız kesin.

Şirin bir ev: Yarı zemin. Böylelikle camın önünde geçenler üzerinden sezonun ayakkabı modası hakkında binbir fikir oluşturabilirsin. Camı açmak için sandalyeye çıkma gerçeğini geçtim, 2 ay içerisinde nem ve küften adımı Feriha koyacaklar haberleri yok. Ya da var; ama yok...

Şirin bir ev: Evcil hayvan yasak. Ama bin yıllık banyodan çıkabilecek her türlü haşere serbest. Klozetin üzerinde duş var mesela... Kendini temizlerken bir parça Domestosla tuvaletin de hakkından gelmek mümkün!

Şirin bir ev: İçi nefis yapılı. (Şükürler olsun!) Ama apartman, Tom Cruise'un Minority Report'ta kendisine göz nakli yaptırmaya gittiği apartmanmışçasına!... Apartmandan çıktığım anda Chinatown. Esnafıyla olsun, kot pantolonu 15 TL'ye satan pazarcısıyla olsun elegansın tek adresi.

Şirin bir ev: Zemin kat, camlar geniş. Perdeleri açıp, dışarıya bir de jeton kutusu koyacak olsan, her gün başka bir temaşa, her gün bir başka episod çekebilirsin salonda. Şarkılar, oyunlar, görsel şölen...

Uzun lafın kısası, ev gezmenin en güzel yanı, seni emlakçılara yem etmeyecek arkadaşlarının bulunması.

22 Ağustos 2012 Çarşamba

İZMİRMİŞ

Bu arada dönüş yolunda bir de İzmir gördüm, evet!.. Ve İzmir... Bomboştu... İzmir hakkındaki birbirinden naif hislerimi okuyan sevgili İzmirliler şehri terketmişlerdi diye düşündüm. Ama o sırada BBM'den iletişimde bulunduğum güzel ablam E. beni aydınlattı. "E onlar her tatilde Çeşme'ye giderler ya? Bununla da övünürler?" 

Hakikaten hepiniz Çeşme'de miydiniz kız İzmir?

İzmirle ilgili tek alakam, 1) otoparkçı. Extremely kibar bir insandı. 10 puan sana İzmirli otoparkçı!.. 2) Bir de İzmir'in meşhur lokantası Deniz Restoran'ın birbirinden şahane garsonları... Hayatımın en güzel kalamarını burada yemiş olabilirim. (Ammavelakin ahtapotu biraz kurutmuşsun Deniz Röstoran!)

Onun dışında İzmir = Mersin'in yüzölçümü x 3. Bunca tezahürat neden? Neyse...



Yeri gelmişken... Canımcım, şu şarkıda, benim paramın dönüp dolaşıp senin cebine girmesi kadar ROMANTİK bir şey var mı? Bilmiyorum. Allah cezanızı vermeye nereden aklınıza geliyor böyle cümleler!..

20 Ağustos 2012 Pazartesi

TATİL

Senelerdir ilk kez, denizli havuzlu / yaymalı yatmalı tatile çıktım.

Bunun şerefine Ege, tüm dalgalarını benim kaldığım bölgeye doğru ittirmiş olabilirdi... Neyse, her dalgada daha çok yükseğe zıplama oyunları olsun, iskeleden gelen müziklerle kafamda binbir senaryoyla kendimi eğlendirme çabaları olsun... Tatil dediğin güzel, hafif bir şey... Şezlongda uyukluyorum, sonra uyanıp dalgalarla savaşıyorum.

Neyse...

5 yıldızlı bir otelin kahvaltı salonunda "omlet pişiren amca" olmak diye bir şey var. Mesela!.. Bir camekânın ardında duruyor o... Ve çılgınca omlet yapıyor. Omletten sorumlu amca! Eve gittiğinde karısıyla sarılıyorlar mıdır acaba birbirlerine? O gün otelin ne kadar kalabalık oluşu, amcanın kokusundan belli. Biraz kaşar peynir, biraz mantar, belki domates, benimki biberli olsun... Omletten sorumlu kişi.

Ben de mesela, ailemiz içerisinde odasının giriş kartını çantasında tutmaktan sorumlu kişiyim. Hiç aksatmıyorum görevimi.

Resmi tatil şarkımız ise, hiiç aklımızda bile yokken, oylamaya bile katılmamışken, tüm rakiplerini ezip geçerek "Hakkında Her Şeyi Duymak İstiyorum" oldu.

İyi bayramlar canlarım. Ama bu bayramı saymıyorum. Bayramlar konusunda çok geleneksel olduğumu bilirsiniz. Bayramları sevin, hayatınıza da hep bayramları seven insanları kabul edin.

Çünkü her bayram sabahı ailesiyle dev kahvaltılar yapmış, yepyeni ayakkabılarıyla evin salonunda bir oraya bir buraya yürümüş, hangi akrabanın ne tür bir şekerleme ikram edeceği konusunda deneyimli ve bundan delicesine zevk alan insanlar mutsuz etmez sizi.


14 Ağustos 2012 Salı



"New York'tan yeni ithal ettiğim arkadaşım B. ile konser öncesi, Aşşk Kafe'de şarapları devirdiğimizden olsa gerek, konserde en çok eğlenen insanlar bizdik."

Homeless'ım belki; ama icabında zevk-ü sefanın da dibine vururum hacılar!

Kuruçeşme Arena'nın oraya otel yapacaklarmış bir de... 
Ne acıklı!

12 Ağustos 2012 Pazar

KARANLIK, ARTIK HURDA BİR EŞYADIR


Neyse, Beşiktaş'tan vapura bindin mi, birkaç dakikada hop Kadıköy. Bazı saçma kitaplar aldım, 2 tane de öylesine fotoğraf...

Tarihini bilmiyorum. Sanırım askerler bir kutlama filan yapıyor. Ne zaman siyah beyaz bir fotoğraf görsem, içindeki en yakışıklı erkeği bulmaya çalışırım. Ne yazık ki bu arkadaşların hiçbirinin gideri yok.

Sonra Çiya'da yemek yerken, Ayşe'yle fotoğrafın ne kadar da "header"ıma benzediğinden konuştuk.

Bir tane kartpostal gördüm, seneler evvel Londra'dan gönderilmiş, şöyle yazıyor,

"X'ciğim nasılsın? ... Londra'ya geleli 5 gün oldu, henüz bir yer göremedim. ..." 

AYYY TEYZEM, ACABA NE YAPTIN SEN O 5 GÜN BOYUNCA YAA?!!?!?!?

Almadım o kartpostalı. Şimdi aklıma geldi. Alsam, üzerine kuruboyayla yazımı yazar, Deryik'e gönderirdim. Neyse... Sağlık olsun.

Yeni ev arayışlarına girdim yavaştan. Bu seferki, tek kişilik. Ammavelakin, böyle evlenip barklanınca, insanın hayatındaki her türlü kaçıp gitme özgürlüğü elinden alınıyormuş gibi? Değil mi? Hani ben önce Paris'te yaşayacaktım, sonra yok yok New York'ta okuyacaktım, yok artık tabii ki Londra'da yaşayacaktım! filan...
Evlenip barklanınca, kök salacakmışsın gibi.

Ayyy bilmiyorum, belki hayatım rayına oturana kadar bir süre Four Seasons Bosphorus'ta ikamet ederim...



Şu an hayat şartlarım pek şahane değil belki...
Ama keyfim yerinde?

8 Ağustos 2012 Çarşamba

DOLMALAR


Google görsellerinde, "eggplant challenge" arattığımda çıkan görsel



Şimdi sanırım önceleri bunlar patlıcanları yarıp içini zaman zaman kıymayla, zaman zaman da sebzelerle doldurup pişirdiler, mahalle imamının gözüne girdiler. Muhtemelen şimdinin organik kadınları gibi, "Patlıcanı çiğden mi koydun?" diye sormadılar bile!.. Zira patlıcanın kızartıldığında ne tatlı, ne nefis olduğunu çoktan keşfetmişlerdi zaten... Derken bence, birisi patlıcanları közde bıraktı / unuttu, sonra o mutasyon geçirmiş patlıcanları soyup yediğinde zevkten 4 köşe oldu. Hünkar da bundan bayağı etkilendi diye duyduk biz sonradan...


Sonra peki ne oldu da, aralarından biri çıkıp şöyle dedi: ŞİMDİ ÇOĞACAYİP Bİ FİKRİM VAR! BENİ DİNLEYİN! BENCE, BİZ BİRAZ İŞSİZ OLDUĞUMUZ İÇİN, BU PATLICANLARI OYALIM! SONRA İÇİNE PİRİNÇ MİRİNÇ KIYMA KOYALIM. ANLARSINIZ YA? ;) ;) ;) 

* * *

Bugün Migros'un sebze reyonunda o mini mini, tombul Mersinish patlıcanları gördüğümde benim de aklımdan geçen bu oldu çünkü. O patlıcanları oymalıydım!.. Evet belki daha önce hiç kabak / patlıcan oymamıştım belki ama... Ne yani, annem yaparken görmüştüm!

İşte malzemeleri aldıktan sonraaa, gittim bir de dolma oyacağı aldım. Eh, anneminki gibi değil. Ama olsun.

1 saatte 4 patlıcanı oyarken keyfim yerindeydi. Yani sonuçta dünyanın en kolay işi değil, (evet, büyük bir challenge benim için) ama en nihayetinde beyin ameliyatı da değil!.. İnce ince çalıştım. 5. patlıcanı oyarken dolma oyacağı kırıldı :/ Gerçekten dünyanın en basiretsiz insanı gibiydim. Kalktım yeniden Migros'a gittim, derdimi anlattım. Bakın, ben bunu az önce kullanırken kırıldı.

Değiştirmek üzere reyona başka bir sebze oyacağı almaya gittiğimde, gözlerimle yaşlarla, aldığım malzemenin "sebze soyacağı" olduğunu fark ettim. Çok zeki olduğum için çaktırmadım tabii ki müşteri hizmetlerine. GERİZEKALI MIYIM BEN?1 İşte o an, meze reyonundan 4 adet zeytinyağlı patlıcan dolması, içki reyonundan da bir şişe Martini Brut alıp evimde lüks ve şaşaa içinde oturmak aklımdan geçmedi değil. LANET OLSUN!.

Evde 2 patlıcan daha oydum. 3.'sünde yeniden, ÇAT! (GERİZEKALIYIM GALİBA BEN.) 3.'sünü bir adet meyve bıçağı, bir adet çay kaşığıyla halletmeye çalışsam da... Yalan oldu Hacüt!.. Elimdekileri doldurup tencereye koydum. Fıkır fıkır pişmekteler... Kalan 3 patlıcan da közlenmek üzere fırında. Saat 22.12.

Peki bu akşam ne mi yedim?
Hazır cacık tabii ki de.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

BETMENLER


Bruce - Bane



Neyse, gün geldi, ben pazar günü yine kendimi Kanyon'a attım ve Batman'e 1 kişilik bilet aldım. Neyse, Allahtan tek kişiyim, yoksa mazallah 2 kişi oturacak bir yer bulamazdık. Tek kişi olunca kıyıya, köşeye ilişebiliyorsun.


Bakın bana, ben Batman'e bayılırım anlıyor musunuz!??! Ve zannediyor musunuz ki bu sevgim tamamen, "Ah küçüklüğümde nasıl da abimin Teksas Tommikslerini okumamdan :) :) :)" geliyor? TABİİ Kİ HAYIR! Hiç öyle şirinliklerim yoktur. Tabii ki Batman'in soylu geçmişinden, malikanesinden, uşağı Alfred'den, siyah giyinmesinden ve havalı arabalarından etkileniyorum. Hatta beni arabasıyla etkileyen ilk ve son erkek Batman bence. Teşekkür ederim.

Mavi donla gezen uzaylı Süpermen'den, kıçıkırık liseli Örümcek Adam'dan etkilenecek değilim.

Şimdi, bundan sonrası spoiler içerir:

- Bir kere o kedi kadının, önce fakir dostu geçinip, "Ahh siz zenginler.. Dünyanın geri kalanına ne bıraktınız ha?" havasını sevsinler. Hele ki o avam ötesi kızıl siyah röfleli saçlarınla, yarım aklınca yaptığın esprileri daha çok sevsinler, Kedi Kadın! Bruce Wayne'i kafalayana kadar ben de solcu olurum serseri!!!! Floransa'da taş gibi adamla içkileri yudumlayıncaya kadar senin sevimli dünyan. Sevimli.

- Marion Cotillard'a bayılıyorum. Ama neydi bu filmdeki hâli kuzum? Caaanım Marion, resmen, göz göre göre, ekmeği o kocaağızlı Kedi Kadın'a bıraktı. Peki sizce de bu işte bir yanlışlık yok muydu? Marion, bu hâliyle, bize birilerini andırıyordu... >>>>>>> ;)






- Christian Bale'e çok haksızlık edildiğini düşünüyorum. Yok uçmuyormuş, yok kuyunun dibine bırakmışlar öylece yükselmeyi beklemişmiş.. Christian, o fecaat Amerikan Sayko'da bile bendeki kredilerin sonsuz bence. Bu filmde de çok güzeldin. Seni seviyorum. Hatta: BÜTÜN DÜNYA DUYSUN! I love you Justin Bieber.

Sanırım filmin yine en heyecanlı kısmı, Cem Yılmaz ve 15 aylık hamile eşinin 2 koltuk önümde oturuyor olmasıydı. Sahi, bir insan 20 aylık hamileyken neden 3 saatlik filme girer ki? Neyse Allahtan, 4 gün sonra doğurdu da rahatladık. Tanrım, film boyunca bir elim, çantamın içindeki video çekebilitesi olan iPad'imdeydi. Kadının suyu muyu gelirse, seyredin beni akşam Fox Magazin'de. Fox Magazin de bayaa kalite ha! Dirty beat.

3 Ağustos 2012 Cuma

SAÇ CASE

Merhaba Beybiboy'lar.

Biliyorum ki beni yakından takip eden binlerce erkek okuyucum da var. (Yalan) Üzgünüm sevgili erkek okuyucularım, bu yazı sadece beni okuyan kız kardeşlerime ilettiğim bir yardım çağrısı.

Konu: Saçlarım.

Kuru, kıvırcık saçlarım var. Saçlarımla savaşmayı bırakalı çok oldu. Aslında yalan, kışın canla başla savaşmaya devam ediyorum. Fönmüş, maskeymiş... Geçen sene, şu fırsat sitelerinden birinden 3 ay garantili Brezilya fönü satın aldım. 2 ay sıkıntısız idare etti. Zaten mevsimlerden kıştı. Duş sonrası tatlı tatlı kurutuyordum saçlarımı. Neyse...

Sonra, hem dalgalar eski hâline döndü, hem de dipten good old friends kıvırcık saçlarım kendini göstermeye başladı. Şu anki durum şu: dipten kıvırcık saçlarım var, yarısından çoğu ise dalgalı.

Buna da razıyım.

Saçlarım çok kuru. Ve çok çabuk kırılıyor. Uçları hep kızılderili saçları gibi :(((((((( Dolayısıyla uzatmam mümkün değil. Ay zaten ne o öyle kıro gibi? Belime kadar uzatacak hâlim de yok.. Ama uçları bu kadar çabuk kırılmasaydı iyiydi.

Üstelik, saç kremini assssla ihmal etmem (kremsiz açılmaz zaten). Tararken illaki şu sıvı saç kremlerinden sıkarım, zaman zaman Elidor'un Hürrem Maskesi'ni uygularım. vs... Bir de John Frieda'nın bir ısıya karşı koruyucu serumu var, kışın fönden evvel onu uygularım.

Ama saçlarım yine kuru! Yine kuru! Belki cidden şöyle pahalı markalar kullanmam gerekiyor. Zira evimdeki saçmasapan "saç ürünleri"nin toplam masrafıyla kendime en güzelinden 3 pahalı ürün alırdım sanırım. Ama sıkıntı şu: ne kullanacağımı bilmiyorum! Oysaki günde en az 3lt su içiyorum!

Anlıyorum ki yıkadığım suyun ve solduğum havanın da etkisi yüksek... Zira İstanbul'da adeta bir keçe olan saçlarım, Roma'da "muhteşemdi!" bence!. Keza Londra'da da!..

Na işte saçlarım şöyle:



La böyle saç mı olur? :(((((

1 Ağustos 2012 Çarşamba

ŞU AN MUTLU HİSSEDİYORUM. KAYITLARA GEÇSİN.

Bazen mesela, güzel bir şey oluyor. Birisi güzel bakıyor, bir başkası iyi bir şey söylüyor, ummadığım biri ummadığım bir iltifat ediyor, hani tam da işler rast gider gibi oluyor. Sonrasında gitmese de...

İşte o zaman, üzerimde bir hafiflik bir hafiflik... Ayaklarımda Nike Air varmışçasına bir geniş yürüme hâlleri. Ah diyorum, şu anı kaydetsem ya bir kenara. Çünkü mutlu olmam bu kadar kolay aslında! Bir lafınıza, bir gülüşünüze bakar, bazen bir bardak portakal suyuna. Belki sadece o portakal suyu fikrine işte.

Eğer bu minik şeylerden mutlu olduğum anları bir yere biriktirebiliyor olsaydım. Ne zaman kendimi kötü hissetsem, midem burulsa, biri kalbime iğneler batırsa; açıp okuyabiliyor olsaydım. İşte o zaman iyi hissedebilirdim belki.

Bir arkadaşım da şey dedi, "Bazı şeylerin sadece sana özel yapıldığını düşünüyor gibisin..." Ayy, sanırım cidden öyle.

Ama bazen de, bazı şeyler sadece bana özel işte: