25 Temmuz 2012 Çarşamba

MEHMET ERDEM'MİŞ

Cuma akşamı çokça kitap okumuştum, cumartesi sabah çokça erken kalkmıştım. Güzel ablam mesaj attı, Kınalıada'ya gidiyoruz dedi. Rakı-Balık dedin mi, ben oradayım. Rakı içmediğimi söylemiş miydim? Her neyse...

Kınalıada'da çok güzel bir akşam geçirdik. Dönüşte ben bir şarkı dinledim. Çok güzel bir şarkı dinledim, ama biraz da domuzdum. Aklımda kalmamış. Aslında kalmış... O güzel bir şarkıydı işte... Neyse.. Şarkı bugün aklıma düştü, o takside dinlediğim güzel şarkı neydi... Sormaya üşendim. Sonra derken, Bahar'ın sayfasındaki ismi gördüm. O adamın, bir şarkısını dinledim. "Olur ya..." (işte benim takside dinlediğim şarkıyı bu adam söylüyordu!)


Neyse, benim  Kınalıada dönüşü takside dinlediğim ve çok sevdiğim o şarkı: Hakim Bey'miş...
Bahar'ın koyduğu, Ajda Pekkan'ın o çok bayıldığım Olur Ya'sı...

Derken adam, mesela, "Sen mutlu ol, ne olur"u söylemiş. Bu şarkı mesela, Bilkent son sınıfmışım, Doktor Burak beni betmobiliyle evden almış, seviyorum diye takmış zaman zaman Emre Altuğ'dan Neyleyim'i, zaman zaman Ajda Pekkan'dan Sen mutlu ol, ne olur'u...

Sonra, bu Mehmet Erdem denilen şahıs, Bir Harmanım Bu Akşam'ı söylemiş... O da mesela öyle şahane bir Fikret Kızılok şarkısıdır ki, insanın olmadık yerde o hüznü yaşayası gelir... Hani aslında, çektiğin acıların deminde değilsindir de, öyle olmak istersin... Bak ne diyeceğim, bu şarkı da hep babamı hatırlatır. Neyse...

Bence Mehmet Erdem'in şarkılarını dinleyin.
Kendisinin, insanın kalbini gıdıklayan bir ses tonu var.

21 Temmuz 2012 Cumartesi

AKŞAM AKŞAM...

"Tahta bir masada ızgara balık, -rakı içmiyorum ama mutlaka yan masalardan burnuma gelen rakı kokusu, salatalar, mezeler, ikiletmeden tazelenen bira kadehim, kızarmış ekmek, mezeleri küçük küçük tabağımda bir araya getirmek... İki lokma, bir yudum, bir sigara..." 

Bu tablo, beni o kadar mutlu ediyor ki, bazen, ömrümün son saniyesinde sadece o anları hatırlayacakmışım gibi geliyor.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

LOBİ VE GIRLS İSİMLİ YENİ HBO ŞAHANESİ

Güzelim bir Anadolu şehrinin şık bir otelinin hayli şık lobisinde oturuyorum. Arkamdaki 2'si Hintli baba oğul olmak üzere 3 erkek, yüzbinlerce parayla bir meyvenin çekirdeğini alıp satmaya çalışıyor. Hindistan'da geçen sene kimyon ve karanfil çok prim yapmış. Onu öğreniyorum. Bu arada çok soğuk olması gerektiğini 3 kez belirtmeme rağmen oda sıcaklığında gelen beyaz şarabımı yudumlamaya çalışıyorum. Biraz işim var. Ama genel ofis network'ümde sorun çıktı. Bu arada biraz çerez fena olmazdı.

Bir moda blogger'ı olsaydım eğer, bu şehrin kimi noktalarında ne giydiğimi gösterdiğim sempatik fotoğraflarım olurdu belki. Ama ne yazık ki yalnızım. Moda blogger'ı değilim. Giydiklerimi de çekip koyacak olsam, o her yanı sınıf atlama çabasından ayrı oynayan kimi kadınlara benzeyeceğim. (Bakın bunlar yeni pabuçlarım, ayaklarım her gün abdest alan tombik bir anneanne ayağı :)))))) ayak keyfi!!! Ayaklamacaa!!!:)))

-Çerez istedim. Sonra bir şeyler söyledim. Beyaz şaraptan, - sırf oda sıcaklığında içebiliyorum diye kırmızı şaraba geçtim.



Bu arada laf lafı açtı da... Ben şu "Girls" dizisini inanılmaz bir keyifle takip ediyorum. Bir kere o kısmen kasvetli, sıkıcı bir festival filmi tadındaki atmosferini, bir de o hiç eksilmeyen doğallığını...

Evet, herkesin dediği gibi hayli "disturbing".. Hiç, "Sex and The City tarzı" değil!

Evet, Sex and the City'de de, adı üzerinde, hayli fazla sayıda "sex" var idi.. Ama nedense hiçbir şekilde gözümüze de batmıyor idi. Girls'de ise durum farklı. Kahramanımız, Hannah, seks yapıyor ve nedense bu gözümüze çok irrite edici geliyor. İğrenç bir şeymiş gibi. O, '86 doğumlu gencecik kız, koskoca Sex and the City'nin Samantha'sından daha sert geliyor.

Ben kendi adıma, Hollywood'un bize sunduğu "taş vücutlu kadın ft. taş vücutlu erkek seksi" dışında her türlü sevişme sahnesini izlerken zorlandığıma karar verdim. Bu tür teşrikimesai görüntülerinin hayli estetik olması, efendime söyleyeyim şık bir otel odasında, çok yakışıklı bir adam ve seksi bir kadın arasında, yağmur altında fonda romantik bir şarkı çalarken olmasına ya da her ne olursa olsun her koşulda partnerlerin okkadar mükemmel olmasına okkadar alışmışım ki; 65 kg'lık, küçük m.e.meli Hannah'nın berbat bir New York dairesinde cin.sel il.işki yaşaması görüntüsü beni inanılmaz rahatsız ediyor.

Ha diyeceksiniz ki belki, "Jelatin, normalde bu işler sanki öyle mükemmel Hollywood dekorlarında mı gelişiyor? Ya da hangimizin yağ oranı yüzde 5?" Tabii ki, gerçek hayatta çok fazla Hannah, çok fazla dağınık bekâr evi var. Ammavelakin, insan bu denli mahrem bir görüntüye şahit olduğunu düşünürken, biraz estetik aramaktan kendini alıkoyamıyor.

Peki ya bir tek ben mi böyleyim? Girls'ü izlediniz mi? Özellikle, kadınlar bu dizi hakkında ne düşünüyor? Yani nedir, mesele nedir?

NOT: Bu Hannah'a can veren Lena Dunham kişisinin, dizinin hem senaristi, hem yapımcısı, hem de yönetmeni olduğunun altını çizmem gerekiyor. Gözlerimde yaşlarla. Çünkü kız, '86 doğumlu. Yani benim yaşımda. Hani Gülse Birsel hiç bıkmadan ekmeğini yediği "basur" esprileriyle şanına şan katarken, Lena'cım zilyon tane karakterin kodunu çözmüş durumda. Acıklı...

16 Temmuz 2012 Pazartesi

KİMİ

Delirdim mi, delirdim. Mesela karşımda, TV'de, HOME TV'de Jamie Oliver o dombik ellerinin lezzetiyle bir şeyler pişiriyor, ben laptop'ımda The Vampire Diaries isimli liseli dizisinin 2. bölümünü izliyorum. Maksat... İzleyecek bir şeyler olsun. Çünkü hâlihazırda izlediğim tüm Amerikan dizilerini bitirdim. Çünkü beynimi biraz daha süngere çevirmek için birkaç bölüm Gümüş, birkaç bölüm Gölge Çiçeği ve too many Aşk-ı Memnu epizodu izledim. Tezgâhlarda satılan tüm sıkıcı festival filmlerini su gibi içtim. Aydınlanmadığım gibi bir parça daha bunalıma girdim... Game of Thrones'un sadece ilk 6 bölümüne katlanabildim. Allah aşkına bana söyleyin, sizin de içinizden o adamların saçlarını dibinden kesmek ve ardından hepsini Türk hamamında paklamak gelmiyor mu? Şimdi sırada The Vampire Diaries var..

Bu arada bir güzelim Anadolu şehrinin, hayli lüks bir otel odasındayım. Business or Pleasure diye soracak olsanız, pleasure'ı geçer, business olarak bile burada ne yapacağımı kestiremem, sorgularım... Ama, business...

Sizleri seviyorum.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

BABASINA ÂŞIK KIZLAR

Şimdi VOGUE Türkiye stayla bi' Yüzleşme yazısı yazacağım buraya.. Biraz fazla kişisel. Mazur görün..

Şu "Babasına âşık kız" konsepti üzerine düşünüyorum. Düşünüyorum dediğim, pipomu yakıp deri berjerime gömülmedim tabii ki.. Ama akşamüzerinden beri aklımda. Çünkü Simiole'nin şuradaki yazısını okudum. O da babasına âşık kızlardanmış. Yazısı bununla ilgili değil tabii ki, arada bir cümleyle bahsetmiş.

Ben bizzat, gerçek hayatımda hiç babasına âşık bir kızla tanışmadığımı fark ettim. Yani aslında sadece 1 kişiyle tanıştığımı, onun da zaten hayatımız boyunca dalga geçtiğimiz (başka sebeplerden dolayı tabii ki) bir kız olduğunu. Her neyse. Zaten bu "babasına âşık kızlardanım" kavramına kesinlikle yabancı değiliz. Onların varlığından haberdarız, böyle bir gerçek var, ama niyeyse o kızlar ortada yok! Onlar sadece dergideler, gazetedeler, Ayşe Arman'a röportaj vermekteler...

Düşünmüyorum değil, acaba benim babam mı âşık olunacak bir insan değil? Hayır, yanlış anlaşılmasın: babamı ÇOK seviyorum. Ama bir yandan da hayatta en az anlaştığım insanlardan bir tanesi aslında. Her ihtiyacım olduğunda arkamda, şükürler olsun. Ama çoğu zaman sinirli benim babam. Hep negatif. Ama inanılmaz iş bitiricidir aynı zamanda. İnanılmaz tahammülsüzdür. Ama hep arkandadır işte. O "her sorunu çözen"dir. Bazen çok saftır. Bazen inanılmaz fazla konuşur. Çoğu zaman negatiftir; ama arkadaşlarımın yanında daima güleryüzlüdür. Başkalarının yanında onu toparlamaya çalışmazsın. Başkalarının yanında asla surat asmaz, seni rencide etmez. Ama baş başayken hiiiç bir şeyi beğenmez. Her seferinde uçağımı kaçıracağımdan, bilmem ne'nin başvuru tarihini kaçıracağımdan, bir şeyleri unutacağımdan emindir. (Hiç öyle bir deneyim yaşamamış olmama rağmen!) En akıllı O'dur ve pek kimseleri beğenmez. Kendi aklını sever ve yaptığın en ufak yanlışta hayatın boyunca başarılı olamayacağından emindir artık. Cezanı keser.

Ha bu yanında, tüm filmleri bilir. Sizinle birlikte her filmi izleyebilir, bazı yabancı dizilerinize dahil olabilir; ama asla Behzat Ç dışında Türk dizisi izlemez. Hani iyidir, hoştur; ama mütemadiyen idare edilmesi gereken bir insandır. Kırıcıdır. Söylediği çoğu şeyi, annemin dediğine göre "kişisel algılamamamız gerekir".. 1 ay görüşmezsin, buluştuğunun 2. günü ağlatır. vs. vs... Çok çabuk sıkılır, herkesten ve her şeyden... Ben lisedeyken küserdi de mesela!.. NE SALAKÇA! Günlerce küserdi. Ama sadıktır. Evine bağlıdır. Tutumludur. Cömerttir. Temizdir. Çok moderndir. Daha az modern göründüğü zamanlar, seni hep korumaya çalıştığındandır.

Tüm bunları erkek kardeşim ve annem muhteşem bir şekilde kaldırır, toparlar, idare eder. Annemin deyişiyle, "Suyuna giderler..." E zaten kim dört dörtlüktür ki? İşte anneme göre, bunlar öyle katlanılmayacak şeyler değildir. Onda pek yer etmez. (En azından öyle gözükür) Erkek kardeşim de tamamen mizacından dolayı, rahat adamdır. Babamın suyuna gider. Çıkartır midye dolma yiyip bira içmeye götürür. Babama iyi gelir.

Bunun yanında ben tam bir domuzum. Suyuna gidemem. O da benim yapımda yok. Suyuna gidersem hem O'na, hem kendime olan saygımı yitireceğim çünkü. Yitiririm. O zaman daha da kapanırım içime... Çünkü zor. Negatif, agresif, sinirli ve seni kesinlikle beğenmeyen bir babayı idare etmek çok zor. Kırıcı bir söz duyduğumda, kırılıyorsam, kırılıyorumdur. Hassasım arkadaşım. Ben de böyleyim. Ve evet, mutfak masasında ağlarken yemek yemeye çalışmak çok zor./du. Ağlarken, ertesi günkü tarih sınavı için ezber yapmaya çalışmak daha da zor.

Dolayısıyla babam overall'da iyi bir baba ve iyi bir koca olmasına rağmen, bu tür yanları çok yıpratıcıydı. Hâlâ da öyle. Ama uzağız. Daha çok özlüyoruz belki birbirimizi. Dolayısıyla onun kırıcılık dönemi ve benim alınganlık dönemim genelde birkaç ayda bir yaptığım long-weekend Ankara tatillerime denk geliyor. Pek yer etmiyor.

Babamın sahip olduğu özelliklerin çoğunu birlikte olduğum adamda ararım. Zira evet, iyi insanlarla karşılaşmak çok kolay değil. Ama, "Birlikte olduğum her erkekte babamı aradım aslında..." gibi iddialı laflar edemiyorum. İmtina ediyorum.

Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? İnsanlar, kadınlar ne hissediyor. Çok merak ediyorum.

1 Temmuz 2012 Pazar

CAFE DE FLORE


Yazın en sevdiğim, hatta belki tek sevdiğim yanı.. Normalde, "Bu film iş yapmaz.." düşüncesiyle öteledikleri birtakım festival filmlerini, tam da bu aylarda görücüye çıkartıyorlar. Ben de sıcak hafta sonlarını, katılımın az olduğu birtakım filmlerde, seriiiin sinema salonlarında geçirebiliyorum.

Geçen hafta tek başıma "Cafe de Flore"u izledim. Çok ama çok beğendim. Fragmanı biraz iç bunaltıcı belki. Ama inanın film çok güzel. Su gibi akıyor. İnsanı bir saniye bile sıkmıyor.

Hürmetler.