1 Ağustos 2011 Pazartesi

SARILSAM ÜŞÜR MÜSÜNÜZ . . .


1 hafta önceki Cuma gecesi, berbat saatler geçirdim. Sabaha kadar kustum. Sabah kendimi en yakın hastaneye attım. Attım diyorum, zira evim bir yokuşun tepesinde, hastane de o yokuşun dibinde olsa; bildiğin yuvarlanabilirdim. Hastaneye. Döne döne...

Neyse 2 şişe serum verdiler, ofiste de bir yığın iş var, serumlar bitsin işe gideceğim yani. Lakin eve geldiğimde kaslarım liflerine ayrılıyordu. Yatmışım. Bu arada, hastaneye ona haber vermeden gittiğim için hayli sinirlenen ev arkadaşım bana ceza olarak "prenses yatağı" hazırlamış. Prenses yatağı'nın bir diğer adı da "İpek Ongun yatağı"dır. Kendisi sehpanın üzerine sürahi, kâsede grisiniler, birtakım dergiler, laptop, su bardağı ve trilyonlarca ilaç koymuş. Bu arada bardağın içine toz kaçmasın diye peçete filan kapatmış. Benim ancak 40 yıl düşünsem aklıma gelebilecek ince ayrıntılar. "Ay ne gerek vardı? Zahmet..." filan diye düşündüm; ama resmen o İpek Ongun sehpası sayesinde gün boyu yataktan kalkmadım. Uyu uyan, ilaç iç, su iç, ilaç al, uyu...

Ev arkadaşımın cezaları bununla da bitmiyordu. Akşam doğru dürüst yemem karşılığında bana Elif Şafak'ın İskender'ini getirmişti. O ara başlayamadım tabii... Ne zaman ki geçtiğimiz hafta Mersin yolculuğum için kendimi havaalanında buldum, başlayıverdim İskender'e. Demem o ki; İskender 28 saatte bitti.

Mersin'de böyleydim işte... Lise & üniversite yıllarımdaki gibi. Elimde kitapla klimatize ortamda kendimi bir o koltuğa, bir bu koltuğa attım durdum. Sıkılınca çengel bulmaca çözdüm. Biraz daha okudum. Uyumadan evvel hayallare daldım.

Ailemin yanından ayrılıp İstanbul yoluna çıkacağım zaman kendimi genelde çok kötü hissediyorum. Kafamda, "Ne yapıyorum ben?" soruları, "Niye ailemden uzaktayım?" soruları, "İstanbul'un taksicileri çok kötü!" kaygıları... Hırçınlaşıyorum, sinirleniyorum, üzülüyorum.

Derken eve geliyorum, bir yerleşiyorum... Benim yatağım, benim aynam, kendi düzenim... Çok acayip. Sonra 1-2 arkadaşımı görüyorum. Kendime geliyorum. Rahatlıyorum. İstanbul, arkadaşlarla güzel.

Nitekim duşumu alıp kendime gelince, ev de püfür püfür esince, akşam Arnavutköy'de mis gibi balık yerken... Mutlu oldum. Birileri askere gidiyor. İlk kez bu hafta sonu kafama dank etti. İçim kavuruluyor.

Her şey çok güzel olacak.

10 yorum:

deryik dedi ki...

ipek ongun yatağı cibinliksiz olmaz. eksik kalmış o. sinek ısırabilirdi.

Adsız dedi ki...

erkek kardeş büyüdükçe birilerinin askere gittiği dank eder hep. oracle.

Adsız dedi ki...

fotodaki yumurtanın içinde gerinen bebek işte bunu seviyorum dadad dad dad daaaaa...

Adsız dedi ki...

adsız çık ortaya göster kendini, bebeğin kurmasını çevirelim, huşu içinde dönüşlerini izleyelim :)

Adsız dedi ki...

adsız çık ortaya diyen adlı olsa...aynı bebekten bende var ben kurup kurup izliyorum cicim <3

jelatin dedi ki...

bebeğin sahibi adsızın en büyük zevki birbirinden kitsch oyuncaklar almaktır. bir de kafes içinde plastik papağanı var. 20tl değerinde ve tam 20 kelime söyleyebiliyor!

"hey dostum! senin derdin ne ha?" bunlardan birkaçı..

ha bi de kolbastı yapan köylü kız bebeği var.

Adsız dedi ki...

ben de bu bebeğe sahibim fekat jelatin hnm ın bahsettiği adsız değilim mesela

Sinem dedi ki...

jelatin, resimde elinde tuttuğun şey bir kadeh mi? aman allahım o nasıl bir güzellik öyle?

jelatin dedi ki...

Evet kadeh, Roma'dan! :) süper diiy mi?

Adsız dedi ki...

o ailenin yanindan ayrilirkenki ruh halini cok guzel anlatmissin. duygularima tercuman olmussun diyeyim. :)