The Affair diye bir diziye başladım. Adı üstünde, evli bir erkek ve evli
bir kadının eşlerini nasıl da aldatıp kendi hormonlarının dalgasına
baktığı bol öpüşmeli & sevişmeli bir dizi işte. Aralarındaki ilişkinin
gelişimini, çevresindeki olayların görünüşünü dizinin yarısında adamın
gözünden, diğer yarısında ise kadının gözünden izliyoruz. Tabii bu arada
kadın erkek bakış açıları müthiş devreye giriyor, en basiti: anlatılan
aynı hikaye bile olsa kadının üzerindeki kıyafet farklı olabiliyor.
Tabii hangisinin anlattığının doğru olduğunu da henüz bilemiyoruz. Ama
işte adama göre dişi köpek kuyruk sallamış, kadına göre adam nasıl da
ısrarcıymış, n'apsın baştan çıkmış.
İlk sezonun son 5 bölümünü bir cuma gecesi arka arkaya izleyince tabii
ki tadım kaçtı, ayarım bozuldu, resmen masumiyetimi kaybettim. Evliliğe
ve erkeklere olan inancım, umudum, resmen insanoğluna olan güvenim cuma
gecesiyle beraber adeta şu kapıdan (sokak kapısını gösteriyor) çekti
gitti. Tabii ilişkilere olan bütün umudumu kaybettiğim akşamın, burnumun
kenarında birden beliren o ne idüğü belirsiz kırışıklığın fark edişimden 1 ay sonraya, 29'u tamamlayacağım günden 1 hafta öncesine denk gelmesi... HOŞ OLMADI.
Mantı yiyip, sigara içtiğim bir cumartesi öğleden sonrasında daha da
koltuğa yutulmamak adına süslenip Yiğit'le buluşmaya gittim.
Yaş aldıkça, erkeklerin aldattığı, metres tuttuğu, birtakım sevgililerinin faturalarını ödediği hikayeleri daha çok duymaya başladım. Kafamda deli sorular: Erkekler hep aldatıyordu da ben küçük olduğum ve
bunlar kulağıma çalınan şeyler olmadığı için mi gözüme batmıyordu acaba?
Yoksa zamanımız hız ve bağımsızlık çağı, artık hiç kimse birine bağlı kalmak istemiyor, kimse kimsenin kahrını çekmek istemiyor da daha mı kolay tehlikeye atabiliyorlardı ilişkilerini, güvenli alanlarını. Belki eskiden, kadının çok ortada, iş hayatında olmadığı ve daha
korunaklı bir yaşam sürdüğü zamanlarda, adamlar beğenme ve beğenilme
egosunu, elleme ve okşanma arzusunu pavyonda vs. gideriyor da kendi
evlerini bırakıp gitmek işlerine gelmiyordu. Geçmiş zamanlarda öteki kadın belki daha güzel, daha gençti; ama illaki daha basitti şekerim, pek bir avamdı. Adam da biliyordu aslında o kadınla bir hayat sürdüremeyeceğini... Şimdiyse öteki kadın da havalı, eğitimli, birikimli vs. Belki sadece daha genç. Evet, kesinlikle daha genç. Taraflar hep eşitlendi gibi hayat standardı anlamında, ama bir taraf illaki daha genç.
55'i görmüş, bir kadınmışım gibi, "Vay efendim, kocam beni genç bir kız için terk etti..." tarzı bir drama yansıttığımın farkındayım. Ama işte yaş geçtikçe, insan korkuyor. Birilerine güvenip, kendini teslim edip kazık yemekten, tam buldum derken hoop yere düşüvermekten korkuyor. Ne tuhaf, neredeyse 1 sene önce bile böyle bir endişe aklımın ucundan bile geçmezdi. Hayat ne tuhaf...
En büyük korkum da, bir gün "Kol kırılır, yen içinde kalır. Bir kereden bir şey olmaz sonuçta.. Kimse bilmedikçe sorun yok." gibi bir 3maymun psikolojisinin normalleşmesi galiba.. Hem benim zihnimde normalleşmesi, hem de çok sevdiğim kız arkadaşlarımda normalleşmesi...
Dün akşam dertlerimi Yiğit'e anlatınca ağlamaklı bir şekilde, kendisi pek ciddiye
almadı endişelerimi... Çünkü nasıl olsa kendisi zengin ve çapkın bir
akademisyen olacak ve ne de olsa erkek! Kendini kötü hissettiği
zamanlarda asistan kızlarla flört eder, konuşmacı olarak gittiği
seminerlerde kaliteli sorular soran kızlara kur yapar vs. Tuzu kuru.
3 yorum:
biz erkeklerin tuzu kuru yiaa negzel
aldatmak/aldatilmak basina geldiginde, iyi veya kotu bi karara varip hayatina devam ediyorsun da su kirisiklik isi cok tatsiz sekerim.
ne zaman ki kendimi kremlerin icerigini okur, x marka vs y marka arastirmalarinda buldum, iste o zaman mutsuz oldum.
Birilerine güvenip, kendini teslim edip kazık yemekten, tam buldum derken hoop yere düşüvermek dünyanın sonu değil bence. ama bundan korkarak yaşamak -yaşayamamak- büyük sıkıntı.
Yorum Gönder