21 Mart 2011 Pazartesi

İŞTE BU BİZİM HİKAYEMİZ...


Tuhaf şeyler oldu. Mesela, yine yeni yeniden, kendime nazar değdirdim. Her fırsatta yaptığım, "Domuz gibiyim. Herkes hastalandı, ben çivi gibiyim..." çıkışları, bana su & yol & elektrik olarak geri döndü. Geçen hafta Cumartesi sabahı IKEA'da gezerken hissettiğim boğaz yangını, Cumartesi akşamı evimizde düzenlenen Tabu turnuvasında nüksetti, Pazar günü son enerjimi evi temizlemeye adadım, akşamına Pazar Balığı'nın yanına salata yaparken ellerim tutmaz hâldeydi. Ertesi gün, bir uyumuşum, bir uyumuşum... Böylece Pazartesi sendromunu yatakta geçirmiş olduk. Antibiyotiğin de etkisiyle, ne IKEA'dan aldığım yeni Martini kadehlerini hayırlayabildim (zaten Martini'miz de yoktu?!), ne Salı akşamı Balıkçı Kahraman'da nefis kalkan balığının yanında iki yudum bir şey içebildim. Ama şöyle oldu: Patti Smith'in pek şahane kitabı Çoluk Çocuk, su gibi akıııııp - gitti.

Bu arada Ankara'ya gidip geldim. İnanır mısınız? Ankara da durduğu yerde kendini sürekli yenileyen, sürekli oradan buradan yeni binaların yükseldiği bir şehir işte. Sadece Ankara mı? Bizim apartman bile kendini yenilemiş. Apartman kapısından içeri girer girmez sol köşede bir 2'li koltuk, önüne güncel lifestyle dergileri... Duvarlara birbirinden niş yağlı boya tablolar yerleştirilmiş, varaklı çerçevelerle Louvre Müzesi ambiyansı pekiştirilmiş. Asansöre bindim, yumuşacık bir Noel şarkısı karşıladı beni. Biraz talihsiz... Sonra kuaföre giderken Julio Iglesias çalıyordu gerçi.

Özlem giderdim, İstanbul'dakileri özledim. İsyan ettim. 2 gün yetmedi, uzatmayı düşledim. Takvimi açtım, önümüzdeki tatilleri hesapladım. Otobüse binince ağlamak geldi içimden, kitabıma gömüldüm.


Yolculuk zor geçti.



Ama Ankara - İstanbul otobüsünden indiğimde, bir şişe Martini Bianco, az biraz yeşil zeytin, bir buket çiçekle karşılanıyorsam eğer, yine dönerim. Yine dönerim yani.

Hiç yorum yok: