26 Eylül 2011 Pazartesi

HAFTANIN SONU . . .


Şimdi Closer izliyorum bir yandan... Bu filmin nesini bu kadar çok seviyorum bilmiyorum. Belki adamlar güzel diye, belki kadınlar güzel diye, belki Londra çok güzel diye... Her şey güzel. Belki de, "Why isn't love enough?" cümlesi için...

Öncesinde de Moviemax Festival'de Coco Chanel & Igor Stravinsky aşkını izledik. Zaten Igor'dan öyle bombastik bir âşık olmamış, herif sümsüğün teki, bari Coco'ya daha fazla odaklansaymışız, daha fazla inci kolye, daha fazla Coco görseymişiz. Kadın, her sabah çalışanlarına saç, tırnak kontrolü yapıyormuş mesela. Uzun tırnaklı bir çalışan gördü mü, "Kes tırnaklarını. Çok bayağı görünüyor!" filan diyormuş. İzzet Çapa da mekânında çalıştırdığı garsonların koltuk altlarına terleme önleyici botoks yaptırıyor diye adama demediğimizi bırakmıyoruz. Neyse. İzzet seni seviyorum, Coco sana hastayım. Ancak şu an için sadece makyaj malzemelerine param yetiyor. Fashion's Night Out'ta yine ojesi peridotu denedim, ertesi gün oluşturduğum fokus gruptan hiç geçer not almadı. Ama umursamayabilirim. Emel Sayın ellerim ve ben... Tam bir Gossip Girl'üm. Her neyse.

Dün 17.00 sularında Haliç'ten çıktım, dedim ki Eminönü'nün oradaki köprüden Karaköy'e gelirim. Oradan Tünel'e biner, Şişhane'den metroya binerim. Allah canınızı almasın, orada iki ayrı köprü olduğunu tamamen unutmuşum. Üzerinde bindiğim köprü beni Şişhane'ye yürüttü. Ben de oradan Karaköy'e. Karaköy'den canım Tünel'e.

Saçma olan şu ki; Tünel'de asansöre binmişçesine yukarı doğru çıkarken, yanımda 2 adet türbanlı kız duruyordu. Biri sevgilisini aradı, ona sürpriz yapmak için karşıya geçeceğini, şu an Taksim'de olduğunu söyledi. Kapattıktan sonra, "Anlamadım ya, ben de bu çocuğun rahat olduğunu düşünüyordum. Ama Taksim deyince bir sinir oluyor. Anlamıyorum. Taksim'e gelmemi hiç istemiyor. Ne varsa Taksim'de?" dedi... 

"Hepimizin derdi aynı hemşirem!.." diyerek omzuna pıt pıt vurmak ve karanlığa karışmak istedim. Ancak ortam çok kalabalıktı. Bir yandan da diyaloğun komikliğine gülüyordum içimden. Akşam eve gidince ev arkadaşıma anlatayım filan... Bu arada bu muhabbeti geçiren kızla dipdibeyiz. Derken durduk, kalabalık dağıldı. Ve irkildim. Yuhanna, türbanlı kızın arkasında bildiğin ev arkadaşım DURUYORDU! Ben, "Oha kız ne çok benim ev arkadaşıma benziyo!" diye düşünürken, O da, "Ev arkadaşıma benzeyen bu kadın da kim?" diyormuş. Biz birbirimize "ev arkadaşım" diye hitap ediyoruz bu arada. İsimlerimiz yok. Bu arada, onun modern, laik bir Cumhuriyetçi gibi benden "kadın" diye bahsettiğini, benimse tam bir Tayyip Erdoğan gibi evlenmemiş kızlardan "kız" diye bahsettiğimi anlamış bulundunuz.



O kadar yorgunduk ki, oturup Tünel'de kahve içtik. (Bu arada buraya kahve içtik yazdığımı bir cümle sonra fark ettim. Kahve içmedik tabii ki, Bomonti'leri çaktık.) Çok sürreal bir andı. Sonra ben Kanyon'a, B. ve H. ile buluşmaya geldim. Obika'da kırmızıları aşk'a kaldırdık. Derken canım Sarah Jessica Parker'ın yeni filmi... Ah, filmi, ve filmdeki kadınla kendini özdeşleştiren salondaki kadınlardan bahsetmeyi çok isterim ama bu yazı fazla uzadı.