25 Haziran 2012 Pazartesi

BİR MİKTAR LONDRA


Ben hayatımda hiç Londra hayali kurmadım. Hani, Londra da neymiş... Londra sıkıcıymış sanki. Pöfff Londra mııaa? filan... Ben ilk olarak Paris'çiydim hep. Ama biri tutsa elimden Roma'ya götürse -yeniden- koşardım resmen. Hiç görmediğim Milano'da bir kafede oturup gelene geçene bakmak isterdim bir kadeh şarabımla.. Efendime söyleyeyim, Floransa'da Michelangelo Tepesi'nde bir akşamüzeri manzaraya karşı prosecco içerken gelen o ani evlenme teklifine hayır diyemeyebilirdi insan...

1 haftalık İskoçya seyahatim, sadece İskoçya'yla sınırlı kalmasın diyen Edinburgh'lu arkadaşım Kübra "Londra'yı da gör." demese, herhalde sadece havaalanı ve tren garıyla sınırlı kalırmış Londra anılarım... Şu an düşüncesi bile mideme kramplar girmesine sebep oluyor. Neler kaybedeceğimi tahayyül edince!..

İlk olarak planımızı, Perşembe + Cuma + Cumartesi Edinburgh, kalan günler Londra diye ayarladık. Ammavelakin benim Portabello Pazarı hayalim, ahh pazarda yürürken Ronan Keating'den "When You Say Nothing At All" hevesim buna izin veremezdi.. (Ahh evet o filme bayılırım) Dolayısıyla 1 günlüğüne, eski dostum Deryik'te kalmak suretiyle bu güzel şehre bir gün erken gitme kararı aldık.

Dolayısıyla ilk günümde, ÇOT Portabello.. GÖRDÜM. YÜRÜDÜM. O anki ahval ve şerait gereği kulaklığımı takıp "When You Say Nothing At All" dinlemeyedim belki.. Ama sokağın köşesinde saksafonla SHE çalan adam resmi olarak Londra gezimi başlatmıştı bile.. (When You Say Nothing At All'u Notting Hill'den Piccadilly'ye giderken, metroda dinledim.)

Kafamda bir sürü anı, bir sürü kare var; ama dostum, nereden başlayacağımı ve nasıl anlatacağımı tam olarak bilmiyorum sanırım. Ben LONDRA'YA AŞIK OLDUM! Daha ilk günümde oraya taşınmaya karar verdim, ikinci günümde bunun imkansız olacağını (yeni çıkan çalışma izni kararları vs. gereği) öğrendim. Daha da hırslandım. Orada yaşayan dostlarımı kıskandım. LONDRA'DA YAŞAYANLAR! Bundan sonra korkun benden.

- Ben oradaki insanları çok sevdim. Herkesin kibarlığını, göz göze geldiğinde çoluk çocuk / genç yaşlı / kadın erkek demeden gülümseme alışkanlıklarını, şehrin düzenini...

- Hani belki ırkçılar. Bence ırkçı olmamaları imkansız!.. Yani metroda giderken haldır huldur takılan bir Arap ailesine "Ahh ne hoş!.. Kültürlerin farklılığı işte!.. Bu arada solumda oturan Hintli bebek nasıl da farkında olmadan tekmeliyor bacağımı ve ailesinin ne kadar da etnik bir şekilde umrunda değil!.. :)))999" naifliğiyle bakmadıklarından eminim. Ama işte, böyle baktığını hissettirmek "ayıp olacağından" kibar davranıyorlar. Kibarlar. Görünüşte kibarlar ve kâğıt üzerinde ırkçı değiller. Bu da, bir turist olarak bana yeter.

Keza şu en bir Türk hâlimle, 30 kg'lık çekçekli bavulumu metroda su gibi bir delikanlının ayakları üzerinden geçiriyor ve özür diliyorsam, onun benden daha "özür dileyen" bir tavır içerisine girmesi, "Hayır sen bavullarla giriyordun içeri ve ben sana yol vermedim. Dolayısıyla No worries!"i hissettirmesi muhteşem bir şey bence.

"Çektirmeseydim büyük dayak yiyecektim" fotoğrafımı da koyup gideyim.. Yine yazarım. Beyin bedava. Hepsini attım hafızaya..

7 yorum:

ikinehir dedi ki...

bi londra'ya asik olanlar bi de londra'dan nefret edenler...daha arasina rastlayamadim hic. bugun sen asik oldum diyosun, gecen cuma bir arkadas nasil da hic sevmediginden dem vuruyordu. gidip gormek kismet olur insallah da ben de kararimi veririm neymis bu londra ayol!

ps: new york'a gel jelatincim. new york'u bi de senden duymak isterim, gelince de beraber gezeriz insallah bir gun :)

deryik dedi ki...

ya açıkçası ben de başta pek londracı değildim. yani evet orda bi yer var, güzel de diyolar; ama o kadardı. "bir akdeniz değil" neticede.

belki de az beklentiyle gelen aşık oluyor, büyük beklentiler de hayal kırıklığı yaratıyor. bilemedim, ama güzel memleket bence :)

jelatin dedi ki...

ikinehir, yaa! New york'u inanılmaz merak ediyorum! Gerçi bendeki genelde filmlerle ilgili bir merak / beğeni / görmeden sevme hâlleri.. geleyim tabiiy yaa!

deryik, bence deee! zaten ben akdenizci değilim.

Adsız dedi ki...

püsküren yağmura rağmen o saçları fönlü tutmayı nasıl başardın ben ona şaşırdım, valla tebrikler :o)

Adsız dedi ki...

Bu telefon kulübesi fotoğrafını görünce, Eyfel kulesi ile yaptığın perspektif çalışmasını hatırladım(*). Bu muzip tarafını hiç kaybetme, olur mu?

jelatin dedi ki...

Adsız#1: valla yola çıkacağım akşam fön çektirdim. sonra ertesi gün edinburgh'a attığım gün zaten yıkadım. dolayısıyla sadece havaalanında güzeldi saçlarım. fotodakinde fön yok.

Adsız#2: di mi ya, küçücüktüm.. :) uff kaç sene olmuş..

Adsız dedi ki...

ben bişiler kaçırmışım yine,bu eyfel fotosunu bilmiyorum, kendimi çok yalnız ve yalın hissediyorum, üşüyorum, bana ellerini ver...