25 Haziran 2012 Pazartesi

LONDRA'DA İLK GÜN

İstanbul'dan Londra'ya geldiğim ilk gün Edinburgh'a paşalar gibi trenle gittim, fakirler gibi otobüsle döndüm. Edinburgh - Londra arası yaklaşık 7 saat sürüyor ve otobüsler inanılmaz konforsuz. Size şöyle diyeyim, kızların okula helikopterle geldiği + iki Ferrari'nin otoparkta birbirine çarptığı + restoranlarına kessssinlikle burslu öğrencilerin alınmadığı Bilkent Üniversitesi'nde Kampüs - Şehir Merkezi otobüslerimiz çok daha rahattı. (Lüks ve şaşaanın gözü kör olsun..) Edinburgh - Londra arası otobüs biletleri 29£. Ve 29£ ile Varan'ın "non stop" hattından yan yana iki koltuk kapatır, ikram edilen pilav üstü tavuk dönerin keyfini çıkartırım ben.

Neyse çok mu yorgunduk acaba, yolu hiç hissetmedim. Ara ara uyanıp otobüsün çok hızlı gitmesinden inanılmaz tırstığımı hatırlıyorum. O kadar. Kalanı sohbet muhabbet... Londra'ya vardığımızda gün doğmuştu. Victoria Otobüs Terminali'nden (Victoria Coach Station) Oxford Circus'a gittim ve orada Deryik'lerin evine giden otobüsü bekledim. Gerizekâlı olduğum için yanlış yerde beklediğimi anladım ve karşıya geçtim... Tek dileğim bir önce eve varmak, duş almak, 1-2 saat uyumak ve kahvaltıya uyanmaktı. (Zira Deryik'in bu konuda standartları yüksektir. Ve asla sizi hayalkırıklığına uğratmaz!) Dileklerim gerçek oldu ve sucuklu mucuklu, reçelli meçelli bir kahvaltıya uyandım. Sonra da şuna:

Mis

Ardından, bir önceki bilimsel makalemde de belirttiğim gibi Portabello Market...

Orada Kübra'yla buluşup rüyalarımın şekillenmeye başladığı yere, Piccadilly'ye gittik ve Regent Street boyunca yürüdük.. Mağazalara girdik, mağazalardan çıktık. Regent Street üzerinde, Hadden Street'le karşılaştık ve Aubaine isimli mekânda roze içtik.



09.06.2012 tarihinde Aubaine'de defterime tam da şunu yazmışım:
Bir iki mağaza gezdikten sonra, ara bir sokakta (Heddon Street) Aubaine isimli çok hoş bir yere oturduk. Rosé içiyoruz. Az önce Pink Martini'den "Je ne veux pas travailler" çaldı. Çok güzel bir andı...
Neyse Aubaine'de demlendikten ve dinledikten sonra, bu sefer Oxford Street boyunca yürüyerek SOHO'ya vardık. Voila!.. En yakın marketten 2 bira kapılır ve parka oturulur.. Köşedeki pub'da devam edilir. Sonrası ev, Çin yemeği + şarap ve mahallenin pub'ında uyku öncesi biraları. (Şimdi yazınca aldığım kiloların sebebini daha iyi anlıyorum. Oysaki delicesine yürüyorum diye kandırıyordum kendimi..) Neyse geçelim bu tatsız konuları.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Bir şehir bu kadar mı güzel bu kadar keyifli anlatılır? Londra anılarını hayallere dalarak okudum resmen :) Zaten Londra hayalim vardır daha da depreşti sayende. Sıradaki durak Roma olsa ne güzel olmaz mı?

Adsız dedi ki...

yok roma değil bence bundan sonra her yol London

jelatin dedi ki...

Adsizlar, tesekkur ederiiiiim. Bana nasi gaz veriyorsunuz anlatamaaaam!

Herrr yol London!

Adsız dedi ki...

belki de Atina ?