Günler acayip geçiyor ve ben gün geçtikçe daha evcimen bir
insan oluyorum. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi bilmiyorum. Sanki dışarı
çıkmadıkça, eğlenmeye gitmedikçe daha sıkıcı, boş bir insan oluyormuşum gibi.
Geliyor. Bilemiyorum. Ama sağlıklı yemek yeme, makul saatlerde uyuma, kendine
ve eve daha çok vakit ayırma konusunda, şimdiki gidişat kesinlikle daha iyi.
Bakıcaz...
Bir süredir neler yapıyorum: işe gidip eve geliyorum. Henüz
1 ay önce edindiğim Digiturk Plus'a diziler ve filmler kaydedip izliyorum.
Irish Cream aromalı filtre kahveyle sade olanı karıştırıp french press'te
demliyorum. Biraz sigarayı abarttım. Alkolü azalttım.

1) Tutunamayanlar'a üniversite 1. sınıftayken bir şans
vermiştim. O yıl, o kitapla, Oğuz Atay bendeki kredisini kaybetti. (Mezarında ters döndü şu an.) Bir kere
kitap sıkıcıydı, TurgutlarSelimler vardı ve o kitabın, sırf kendini
"cool" göstermeye çalışan ergenler tarafından pompalandığından fazla
emindim. Veyahut hayattaki başarısızlığını ah tam da nasıl Oğuzcuğum Atay gibi
"tutunamayan" olduğuyla açıklamaya çalıştıklarından filan...
Nitekim seneler geçti, ben büyüdüm. Derken okuma zevkine çok
güvendiğim bir arkadaşım, (Güzel Ablam E. diye geçer bu sayfalarda) bana
Tehlikeli Oyunlar'dan bahsetti. Kitabı 1 haftada bitirdim. Çok okuyan birisi
için belki 1 hafta uzun bir süre... Ammavelakin ben Tehlikeli Oyunları, bence,
en iyi şekilde içtim, sindirdim.
Okurken, bu adamın kessssinlikle BU kitabı 1973 senesinde
yazamayacağı şeklideydi genel düşüncem. Kelimeleri, mizah duygusu, o kadar
zamanın ötesindeydi ki... 2012 bile değildi, 2013'tü.
Bilmiyorum. Belki bu anlatımım size abartılı geliyor
olabilir. Ancak, okumayı seviyor ve iyi bir okur olduğunuzu düşünüyorsanız, Tehlikeli
Oyunlar'a geç kalmayın. Ben sonradan çok üzüldüm. Geç kaldığım için.
Sonrasında gittim koşa koşa "Korkuyu Beklerken"i
aldım. Ama henüz başlayamadım. Elim gitmiyor. Nedenini, 2. madde açıklıyor.
2) 1.5 hafta önce Perihan Mağden'in son kitabı Yıldız
Yaralanması sosyal medyaya ve internetlere bomba gibi düştü. Zannedersin ki
Yıldız Yaralanması değil, PuCCa'dan Koca Bulma Rehberi!... O an herhangi bir dizi kadrosunda
bulunmayan oyuncular kitapla birlikte verdikleri pozlarla popüleritelerini
sıcak tutmaya çalıştılar. Ben de koşa koşa gittim aldım. Her ne kadar kapak
tasarımına burun kıvırsam da, nitelik - nicelik ayrımına odaklandım. 1 minik
şişe kırmızı şarap eşliğinde, bir cumartesi akşamı okumaya başladım. Pazar günü
bitirdiğimde hayattan soğumuştum. Perihan Mağden'in bir zamanlar o çok sevdiğim
cümleleri, kendi uydurduğu ama nasıl da güzel kesip-yapıştırdığı kelimeleri
bana çok yavan geldi. Konu da.. Ondan hâllice... Ya Perihan Mağden kendini
tekrar ediyordu ya da ben cidden büyümüştüm. Bilmiyorum.
Her neyse... Yıldız Yaralanması'nı 20 saatlik filan bir süre
zarfında okuyup bitirdikten sonra, başka bir şey okumak istemedim. İlkokul 2'de
müfredatın zoruyla yaz sıcağında Çocuk Kalbi okumuş, ardından okumaktan
soğumuş çocuklar gibiydim. Teselliyi, iPad'in birbirinden saçma top patlatma
oyunlarından birinde buldum.
3) "Bu arada yıllar da geçmiş hakikaten... Üniversite
yıllarımda, D&R'daki Masumiyet Müzesi kulelerinden bir tanesini heyecanla
çekip, Ankara'daki yatağıma uzanıp kitap okuduğum günlerin üstünde çok rüzgarlar
esmiş, köprünün altından nice sular akmış. Şimdi, buradayım. Füsunların evinin
önünde!.." diye kendi kendime KONUŞMADIM! tabii ki Füsunların evinin
önünde dururken... Nicedir ertelediğim Masumiyet Müzesi gezimi, pazar sabahın köründe
kendimi evden atarak gerçekleştirdim.
Tek anladığım: Orhan Pamuk gerçekten
manyak bir adam! Bir tutkunun peşinden gidip böylesi bir yatırım yapması,
sadece kitap için değil, bir dönem Türkiye'sinin yaşam
tarzıyla ilgili böyle manyakça bir sunum yapmayı tercih etmesi... Gerçekten
deli işi! Ben en çok mutlu eden şeylerden bir tanesi de, birçok yabancı
turistin müzeyi ilgiyle gezmesi ve çıkışta müze dükkanından Orhan Pamuk
kitapları alması oldu.
Not1: Üstelik, kitapla birlikte gittiğinizde gidiş ücreti ödemiyorsunuz. Ben sırf, müzenin damgasını kitabımda istediğim için, tuğla gibi kitabı Ankara'dan taşıdım.
Not2: Kitabı okuyalı çok uzun zaman olduğu için bazı detayları unuttuğumu düşünmüştüm. Ancak 1-2 ay önce edindiğim "Şeylerin Masumiyeti" adlı katalog çok işime yaradı. Bence Masumiyet Müzesi'ni sevdiniz ve müzeye gitmeye karar verdiyseniz siz de bir tane edinin.
Masumiyet Müzesi'nde en beğendiğim vitrin, "Füsun
sandığım gölgeler, hayaletler" vitrini oldu. Sizin de favorinizi öğrenmek
isterim doğrusu.
Ancak izmarit dolu duvarın önünde de nefesimin kesildiğini
itiraf etmeliyim.
Gezinin en şahane yanı da müzeden çıkınca Çukurcuma'da
girdiğim bir eskici dükkanında bulduğum şahane siyah beyaz fotoğraflar oldu.
Sonra "Bu kadar eski püskülük yeter canım!" diyerek pardesümün
üzerine konan bir katman tozu silkeleyip kendimi Kanyon'un soğuk granit bezeli milenyum
mimarisine bıraktım.
4) Cloud Atlas'ı ne yalan söyleyeyim, hiç merak etmiyordum.
(Hem zaten Hugh Grant şaşkın şaşkın / boncuk boncuk bakışlarıyla kimseyi de
aşık etmiyormuş filmde kendine!) Nitekim Güzel Ablam E.'nin gazıyla,
"İzlersek ancak sinemada izleyebiliriz!" motivasyonuyla filme girmeye
karar verdik. 4'er fincan kapüçünoyu
biletimizi aldıktan sonra içmeye karar verseydik, belki şu an size filmi nasıl
beğendiğimi anlatabilirdim. Ama hayır. Çünkü narin popolarımızı kaldırıp, zemin
kattan sinema katına çıkıp bilet alma gibi stratejik düşüncelerden ırak
beyinlerimiz buna engel. Dolayısıyla Kanyon sinemanın ortasında, elimizde
Friends With Kids isimli filme biletlerle, kalıverdik.
Friends With Kids'e gidin bence siz de! Hayır şaka yapıyorum. İğrenç bir film. Çok
sıkıcı. Sıkıldık. Hatta çıkışta "The Artist"i beğenmediği için sinema
salonundan biletin parasını talep eden Demet Akalınmışçasına kavga çıkartmaya
karar verdik. Ama bunu yapmadık tabii ki. Evlerimize dönüp uyuduk.Belki, Jon Hamm filmi kurtarır diye düşünüyordum; ama caaanım adamı, lokum gibi adamı, kurban olduğum adamı öyyyle bir harcamışlar ki filmde! Lanet olsun öyle filme! Lanet olsun Jon Hamm'i sümsük bir rolle eleyen yönetmene, lanet olsun Selçuk İnan'ı oynatmayan Abdullah Avcı'ya babam affedersin! (Hızını alamadı.)