28 Kasım 2010 Pazar

ÖLSEM DE BİR / KALSAM DA BİR


Oturdukça oturmak istemek ve hatta kaykılmak istemek. "Çok kaykıldım, biraz uzanayım." demek ve ardından, "Aman Allah! Uyuyakalmışım..." diye yalancıktan şaşırmak sadece bana mı özgü bir davranış bilemiyorum. Fakat şunu söyleyeyim. Bir Cumartesi günüm resmen 1 sezon Hung izleyerek geçti. Ne zaman ki 2. sezondan bir bölümü izledikten sonra gözlerim yanmaya başladı ve lenslerimin gözlerime yapıştığını hissettim, saatin Okan Bayülgen saati olduğunu dehşet içerisinde fark ettim. Sonrası, sanki annesi ağzına zorla köfte sıkıştırmış da; O, bu gerçeği köfteyi yanaklarında biriktirerek ve kat'a çiğnemeyerek görmezden geliyormuş gibi duran Yılmaz Morgül, ilk kez bana sempatik gelen Kemal Doğulu ve geçtiğimiz haftalarda Nahide vakası patladı diye komik / seksi / patavatsız görünmek için kendini tırmalayan kız... Uyumuşum. Öğle vakti Öyle Bir Geçer Zaman Ki jeneriğine uyandım.

Bugünse, artık üzerimdeki depresyon hırkasını (aka Kurt Cobain hırkası) çıkarmam, efendime söyleyeyim gaflet uykusundan uyanmam gerektiğine karar verdim. Teoride çok hoş, romantik, tatlı ve Pelin Batusal görünen; fakat pratikte fazlasıyla sıkıcı bir Arnavutköy-Bebek yolculuğu yaptım. Zihnimde, kalbimde, teoride çok şirin bir yere sahip olan Arnavutköy'ün, pratikte yürünmeyen bir yer olduğunu acı içerisinde fark ettim. Evet, Arnavutköy yolları rutubetlenmiş, ince bir yosunla kaplanmış ve buz pisti etkisi yaratıyor. Çok şükür burayı düşmeden, karizma sağlam geçtim; ancak milyonlarca insan barındıran Bebek'in orta yerinde köpekten korktum diye insanlar bana güldüler, naber?

Nedendir bilinmez, ah belki Bebek'li olmadığımdan filan, Bebek bana hep bir theme park havası veriyor. Disneyland gibi. Hatta zamanında Venedik de tam bu theme park havasını vermişti, diyeceğim, muhtemelen taşlayacaksınız beni. Neyse, Venedik bambaşka bir mevzu. Bebek? Hani İstanbul'un 4 bir yanından insanlar Bebek'a akın ediyor ya, işte sanki orada normal şartlar altında bir yaşam yokmuş gibi. Sabahın erken saatlerinde insanlar ekmek almak için bakkala gitmezmiş gibi. Sanki, kahvaltı saatinin başlamasıyla açıyor kapılarını Bebekland ve hava kararıncaya kadar devam ediyor eğlence. Bir de kendine ait bir dress code'u var buranın -ki ben buna "zorlama eşofman şıklığı" adını veriyorum. Hani sabah kalkıyorlar da, çekmeceden en şık eşofman takımlarını çıkarıyorlar sanki. Spor ama kesinlikle paspal değil. Bakımlı; ancak kessssinlikle çok özenilmiş gibi durmamalı. Hani çekmeceyi açınca göze çarpan ilk rahat esvaplarını çıkarmış da üzerimize geçirivermişiz gibi. Vs. vs. Sonra akşam evde, çamaşır makinesinin "narin" seçeneğinde özenle yıkanıyor o eşofmanlar, ütülenip katlanarak kaldırılıyorlar dolabın sırf o eşofman için ayrılmış çekmecesine. Ertesi Pazar, yine, yeniden, giyilmek üzere... Bana göre fazlasıyla zahmetli.

Buna benzer bir zorlama eşofman şıklığı, kimi üniversitelerin hopçiki öğrencilerinde de görülüyor mesela. Final dönemi illaki eşofman giyip; bunu da özenle maşalanmış / buklelenmiş saçlarla kombine etmenin mantığını anlayabilmiş değilim. Giy kotunu gel. Kütüphanede uyuyacak sanki, haspam.

Gel zaman git zaman, derken, ben eve dönüş yoluna vurdum kendimi. Nerede o eski, gençliğimin Bebek'i? diye söylenirken... O karşıma çıktı. Özenle kalem çektiği yeşil gözleri, özenle sürdüğü kıpkırmızı ruju, şık küpeleri, pelerini andıran mantosu, şapkasıyla... Yaşlı bir teyze. Çaktırmadan fotoğrafını çektim. Ah be Teyze, 10 numarasın! Ve bu çakma, eşofmanlı Bebetolar senin eline su dökemez.


9 yorum:

ikinehir dedi ki...

Bebek denince aklıma şu geliyor, tüm Bebek'te akbil doldurabileceğiniz bir tek yer olmadığını biliyor muydunuz? Bebek'te akbilsiz kalsanız düşman başına. Hakkaten fantastik bi yer. Ylmzmrgl'e şikayet edicem bu konuyu, twitter'ında değinsin.

ipq dedi ki...

Su sinav donemi giyilen esofman alti olayini hic anlayamiyorum, o derece ki pijamalariyla gelseler daha anlamli olacak, en azinda zamani olmamis, evden acelece cikmis, calismaktan bitap dusmus diye dusunebilecegim. Bir de bunlarin erkek modelleri vardir ki, kafalarindan cap'ler eksilmez...

deryik dedi ki...

o eşofmanlar ikiye ayrılıyor: zamanla dizinde pot olup kalitesizliğini belli edenler ve asla diz izi yapmayanlar.

n7e dedi ki...

Tam da ortasında 3 sene garsonluk yaptım, hala benden önce (ki bu haftasonu sabah 8'den önce oluyor) gidip kahvaltı servisi bekleyen müşteriye şaşırmamayı öğrenemedim.

Final döneminde okula pijamayla gittiğim oldu. Herhalde bir ay sonra tekrar... Kütüphanede de uyumuş insanım, ayakta da uyurum. Gri eşofmanım ise, tüh, hiç olmadı.

Adsız dedi ki...

aa babaannem :)

jelatin dedi ki...

Adsız, inanır mısın, yazının sonuna, "Olur da bu teyzenin torunları burayı görürse, onlara bir çift lafım var: lütfen beni baba/annennenizle tanıştırın!" cümlesini ekleyecektim.

Adsız dedi ki...

bu eşofman konusu yılların polemiği anlamsız ve de gereksiz değil midir, jean var o var bu var ama neden ille de gri eşofman ?

jelatin dedi ki...

anlamadım, gri eşofmanın konu edilmesini mi yoksa giyilmesini mi anlamsız ve de gereksiz buldunuz?

Adsız dedi ki...

kesinlikle gri eşofmanadır sitemim yoksa ha'şa sizin ilgilendiğiniz bir konuya gereksiz demem, diyemem madame jelatin