Cumartesi günü havanın müthiş olması, saçlarımın fönlü ve harika olması beni Güney’e inmeye yönlendirdi. E. ile buluşup dedikodu yaparız düşüncesiyle yollara düştüm. Fıttırı fıttırı yuvarlanıp Cafe Nero’nun önünde durdum. Hani E. gelecek, biz kahve içeceğiz… Ben de bu arada safça “Kahve söylesem mi söylemesem mi, yerimi kaparlar mı kapmazlar mı? Azıcık beklesem E. ile birlikte mi alsak kahveleri..” diye düşüne düşüne bir yarım saati bitirdim. Neyse ki yanımda hiç okunmamış bir Penguen, bir de Uykusuz var. Oturduğum yer de sanki deniz kenarı, aman kimsecikler kapmasın! Haspam. Neyse.
Bir de, bu deniz kenarı mekânlarında, efendime söyleyeyim Bebek’teki kahvecilerde filan tuhaf bir devinim oluyor ve bu yüzden zaman zaman gerilebiliyorum. En öndeki, yani denize en yakın masalar için tuhaf savaşlar dönüyor ve bu beni yıpratıyor. Denizin dibindeki masalar doluysa ve başka bir yere oturduysan eğer, ilk işin öncelikle o “the masa”yı kesmek oluyor. Ne yiyorlar? Ne içiyorlar? Kaç kişiler? Yüzleri gülüyor mu? Sohbetleri, yeni sohbetlere gebe mi? En önemlisi: yiyeceklerinin kaçta kaçını tüketmişler?
Ne zaman ki o masadakiler kalkmaya niyetleniyor, işte o zaman çevre masalarda huzursuz kıpırdanmalar, etrafa çaktırmamaya çalışılan bir tedirginlik baş gösteriyor. Yerinden kalkarsan, geri dönemezsin! Öyle kalktım ön masaya geldim, “Aaa yoksa siz 3sn’lik burun farkıyla daha mı yakınlaştınız? O hâlde ben hiçbir şey olmamış gibi geri döneyim masama…” olmaz. Eğer niyetleneceksen, ZAFERE NİYETLENECEKSİN!
Anlatması bile şu an midemde ufak kasılmalar, avuç içlerimde hafif terlemelere sebep oldu. Dolayısıyla bir süredir benim en sevdiğim kısım, o “the masa”nın bir arkasındaki masaya kurulup; şahısların “the masa”yı kaptıktan sonraki zafer dolu surat ifadelerini izlemek.
Tabii ben tüm bunları düşünür durur, bizleri yavaş yavaş terk eden güneş, gözlüklerimi çıkarmama olanak sağlarken; E.’nin tam 1.5 saat geciktiğini fark etmiş bulundum. Aradım. Telefonumu uykulu bir sesle açtı ve aman efendim duş alıp saçlarını kuruttuktan sonra hafif bir üşümeyle kendini YORGANIN ALTINA SAKLADIĞINI filan söyledi. Gerçekten ilginç bir kafa olsa gerek. Tabii üstüne düşmedim; ama biliyorum ki yorganın altına sadece ve sadece uyumak için girilir!
3 yorum:
bu yorum aramızda kalsın. fotoğraflar içimi karartıyo. neşe topu, huzur kaynağı olmadığını biliyorum ama daha özenli olsan...senden çok şey mi bekliyorum bilmiyorumki?
özenli? ben halbuki özene bezene seçiyorum. daha doğrusu, kendi koyduklarımı öyle. netten bulduklarım zaten bir konuyla bağlantılı fotoğraflar. bilemedim. bi de bu aralar pek aydınlık değilim, belki ondan. bu konu üzerine düşüneceğim.
Ben de tam, eskiden pek yazmadığın şu fotoğraf altı yorumlarının ne hoş olduğunu söyleyecektim.
Yorum Gönder